Koronavirüs başladığı günden bu yana sağlıkçıların çektiği acıyı, yorgunluğu hiçbirimiz tahmin bile edemeyiz. Onlara olan borcumuzu ödeyemeyiz. Lütfen dikkat edin demekten yorulduk ancak insanlar ısrarla dikkat etmiyor. Bugün sizle Dr. Figen Demir Kardeş’in yazdığı bir yazıyı paylaşacağım. Umarım bu yazı hepimizin içindeki insanlığı dışarı çıkarır. Ayşen’le mecburi hizmette tanışmıştık. O da benim gibi ilk defa ailesinden ayrılmış, Karadenizli, deniz gözlü, beline kadar uzanan dümdüz saçlı, minyon, sesi kendinden büyük, bağıra çağıra konuşan, gülen, güldüren, hayat dolu bi kızdı. Ben işini bu kadar aşkla yapan başka bi insan görmedim. Çocukları çok sevdiğinden çocuk cerrahı olmuş, metrekareye 5 çocuğun düştüğü her ailenin 10 çocuğu olan bu memlekete atanmış tek çocuk cerrahı olarak gecesi gündüzü olmadan çalışmasına rağmen bir gün onu söylenirken duymadım. Nadir de olsa hastane ekibi ne zaman bi yerde buluşsak, iki laflayalım desek, telefonu çalan Ayşen ‘bir yavrunun karnı ağlıyormuş gitmem lâzım’ diyerek hastaneye koşar ameliyat edip ağrısını kestiği her çocukla birlikte kendi de çocuk gibi sevinirdi. Bir gece nöbetimde damdan düşen 6 yaşında bir kız çocuğu aldık birlikte. Bakmaya doyacağın güzellikteki yüzü yara bere içinde bakımsızlığa inat sarı saçları pırıl pırıl yavru için ne gerekiyorsa yaptık. Dalağı parçalanmış, akciğerleri sönmüş, kemikleri kırılmış bu sahibinin tek günahı böyle bir yerde, bu ailenin eline doğmuş olmaktı. Yatağının kenarına bile korkuluk konup saçı okşanarak uyuyan da sabî sübyandı damda hiçbir önlem alınmadan yatırılan bu çocuklar da… Boğazımıza bir düğüm oturdu, hiç konuşamadık saatler süren ameliyat sonrası eve dönerken yoğun bakıma uğradığımda Ayşen’i çocuğun elini tutmuş otururken buldum. Ben de uzanıp onun elini tuttum, o buğulu mavi gözleriyle bana baktı: ‘Ben babasız büyüdüm. Babam ben çok küçükken bırakıp gitmiş. bırakmayacağım çiçekleri niye dikerler ki bu dünyaya? Bu çocukları, ailesinden anamnez alırken ‘adı bile olmayan, babasının ikinciyi eşek tepti, üçüncü de böyle damdan düştüydü’ diye anlattığı yavruları görünce içim yanıyor, içim alev alev yanıyor be dostum’ dedi. Orda o gün her yanı kırık bir kalbi kırık iki küçük kız bıraktım ben yoğun bakımda. Küçük hastamız Halime yoğun bakım ve servisin maskotu oldu. Tam üç ay bizimle kaldı. Ayşen her vizitte sabah ona ‘Halimeeee’ diye kuzu gibi ‘mee’ leyerek seslendikçe yavruş kıkırdayarak güler, neşeleri hepimize bulaşırdı. Bir gün akşam nöbette baktım yine bu ikili biraradalar yanlarına uğradım. Halime’nin yanından ayrılınca Ayşen ‘taburcu olacak ama çok endişeliyim, dalağı da yok, iyi bakım şart, elimde olsa ben evime götürür bakarım. 3 aydır annesi hep geldi de babayı bi kez görmedim. Halime’nin 7 kız 1 erkek kardeşi varmış. ‘Babam bizi hiç sevip öpmez ki, ayıpmış, bi tek kardeşim Mehmet’i sever o’ deyince içim acıdı resmen. ‘Hiç olur mu, babalar kızlarını öpmese de severler’ filan dedim ama insanların bu erkek çocuk saplantısı beni çıldırtıyor’ dedi. Halime’yi taburcu edip annesinin kucağında gönderirken onu aylardır izleyen hemşire, doktor, personel hepimiz el salladık o kuzunun Ayşen’e sarılıp ağlamasını görseniz, ‘sevgi’ böyle bir şeydi, yer, zaman mekan dinlemeyen, sıcacık… Ayşen boynundan hiç çıkarmadığı kalpli ismi yazılı kolyesini çıkarıp miniğine taktı ‘bunu hiç çıkarma beni özleyince bu kolyeyi tut, ben hissederim olur mu?’ dedi. Ayşen sanki çocuğundan ayrılmıştı, günlerce o kendinden büyük sesi çıkmaz oldu sessizce ameliyatını yapıp odasına çekiliyordu. Çok karlı bi gündü, soğuk insanın içine işliyor, personel acilin girişindeki karı kürese de ânında geri kapanıyordu. Acilde Ayşen’le birlikte nöbetteydik. Dışarda lapa lapa yağan karı izlerken sıcacık evde çay içmek çok keyifliydi ama nöbetteyken… Tam o sırada ambulansın sireniyle çayımızın son yudumlarını alıp hastayı karşılamaya kapıya yöneldik. Koca sedyenin ortasında minicik bir kız çocuğunu koşturarak müdahale odasına aldılar. ‘6 yaşında kız çocuğu, yüksekten düşme nedeniyle burada ameliyat olmuş, bir haftadır öksürüğü, ateşi varmış. Bugün nefes alamayınca bizi aradılar.’ Bunları bir uğultu hâlinde duyuyordum, Halime, minik kuzumuz bakımsızlıktan tanımayacak haldeydi. Hemen başına geçip oksijene rağmen moraran, ateşten kavrulmuş dudaklarını aralayıp entübe ederken, Ayşen de eli kolu titreyerek Halime’nin müdahalesi için kıyafetlerini soydu ve kuzusunun boynundaki kolyesini gördü. ‘Yavrum öyle çok tutmuş ki kolyenin yazısı silinmiş, ben de seni çok özledim kuzucuk, ne olur beni bırakma, kimseye vermeyeceğim, hiç yanımdan ayrılmayacağım seni’ dedi. Sonra ne mi oldu? Televizyonda o akşam bazı kanallar ‘bir doktor cinayeti daha’ dedi ismi bile geçmedi, insanlar ‘ama o da babasına saldırmış’ diye yazdı, saydı sövdü. Babası hâkime ‘kadın başıyla herkesin ortasında yakama yapışıp hesap sorup erkeklik onurumu kırdı, vurdum’ dedi. O gece ben acilde iki melek bıraktım, el ele, hayatları ellerinden alınan, adı bile olmayan… O gece ben acilde insanlığa olan inancımı bıraktım. ‘Yavrumu yanımdan ayırmayacağım diyen Ayşen’i yavrusuyla yan yana toprağa gömdüm. Ben o gece yağan karın altında saatlerce oturdum, hiç üşümedim