Bugün size özellikle biz kadınlar için atılan en önemli adımlardan biri olan medeni kanunun nasıl getirildiği ile ilgili bir yazı yazmak istedim. Aslında gelen kanunla biz kadınların hayatlarında neler değişti ona vermek istiyorum. Osmanlı devleti kanunlarında erkeğin üstünlüğüne dayanan bir düzen vardı. Aile hayatında mirasta şahitlikte ve bunun gibi birçok konuda erkeklerin daha fazla hakkı vardı. Laik hukuk anlayışı ise bu farklılıkları kabul edemezdi. Bu nedenle dini kurallara göre düzenlenmiş olan Mecelle adlı kanun kitabı Türkiye Cumhuriyeti’nin medeni kanunun oluşturamazdı. Bu amaçla Avrupa ülkelerinde uygulanmakta olan Medeni kanunlar incelenmiş ve İsviçre medeni kanun tercüme edilip düzenlenerek Türk Medeni kanunu olarak kabul edilmiştir. İsviçre medeni kanununun seçilmesinin nedenlerini şöyle sıralayabilirim: Avrupa’da hazırlanan en son Medeni kanun olması ve her türlü yenilikleri içermesi. Sorunlara akılcı ve pratik çözümler getirmesi. Demokratik olması. Kadın-erkek eşitliğine dayanması. Laik bir anlayışla düzenlenmiş olması. Medeni kanunun kabulünün sonuçları şu şekilde: Resmi nikah zorunlu hale getirilmiştir. Böylece evlilik devlet kontrolü altına alınmıştır. Tek eşle evlilik zorunluluğu getirilerek Türk ailesi modern bir yapıya kavuşturulmuştur. Mirasta kız ve erkek çocukların eşit pay almaları sağlanmıştır. Boşanma hakkı düzenlenmiş ve kadınlara da bu konuda haklar tanınmıştır. Kadınlara istedikleri işte çalışabilme hakkı tanınmıştır. Böylece kadın ve erkekler arasında ekonomik ve sosyal alanlarda eşitlik sağlanmıştır. Toplumsal hayatın çağdaş kurallara göre düzenlenmesinin sağlanması Türkiye’de yaşayan gayrimüslim halkı da etkilemiştir. Müslüman olmayan halk Lozan antlaşmasının kendilerine tanıdığı haklardan vazgeçerek Türk medeni kanununa uymak istemişlerdir. Bu istekleri kabul edilmiştir. Patrikhane ve konsoloslukların yargı yetkileri sona ermiştir. Türkiye’de hukuk birliği sağlanmıştır. Laik hukuk anlayışı toplumun her kesiminde uygulanır hale gelmiştir. Türk Medeni Kanunu, kısaca Medeni Kanun’un geçmişi 1923 yılına dayanmaktadır. Atatürk, 1923 yılında Bursa’da halka yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu: “Yeni Türkiye, ne zamana ne de ihtiyaca uymayan mecellenin hükümlerine bağlı kalamaz. En uygar uluslar derecesinde hukuk kurallarımızı da iyileştireceğiz. Yüz sene, beş yüz sene, bin sene evvel yaşayan bir toplum için yapılan yasalarla bugünkü toplumu yönetmeye kalkışmak gaflettir, cehalettir.” Cumhuriyet’in kuruluşu ile yeni bir devlet yapısı oluşturulurken varolan hukuk düzeninin iyileştirilmesi, çağdaşlaştırılması amaçlanmıştı. 1923’de Adalet Bakanlığı bünyesinde, başta Mecelle olmak üzere temel bazı yasaları yeniden düzenlemek üzere iki komisyon oluşturuldu.
KOMİSYON ÇALIŞMALARI
Adalet Bakanlığı bünyesinde oluşturulan bu komisyonların çalışma yöntemlerini belirleyen yönetmelikte, komisyonların yeni düzenlemeler için önce fıkıh hükümlerine dayanacakları, onun yeterli olmadığı konularda başka ulusların kabul ettiği çözümlerden yararlanmaları öngörülüyordu. Komisyon üyelerinin şeriat kurallarından ayrılmaz gözükmeleri, bu arada yeni düzenlemelerde batı hukukunun örnek alınmasına ilişkin görüşlerin yoğunlaşması sonucu, bu komisyonlar dağıtıldı. 19 Mayıs 1924’de yeniden oluşturulan komisyonların çalışmalarına ilişkin yönetmelikte, bu kez, gerekirse “batı milletlerinin kanun ve eserlerinden icap eden esasların alınması” ibaresi yer aldı. Ancak bu komisyonların hazırladığı yasalar da, yetersiz ve çağdaş olmaktan uzak bulundu bunlarla ülkenin ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde bir hukuk sisteminin yaratılamayacağı anlaşıldı.