Bizim toplumumuzda insanlar, en basit örneğiyle, bir insanın kilosundan, giyim kuşamına, kimle sevgili olacağından, çocuk doğurup doğurmayacağına, anneliğine, evliliğine, yaşam tarzına, hayatının her detayına, kısacası toplum tarafından yıllarca empoze edilerek oluşturulmuş “doğrulara” ters düşen her şey hakkında akıl vermeyi, müdahale etmeyi kendinde hak görüyor. Az gelişmişliğin bir işareti de içe dönmek ve kendinle kalabilmek yerine rahatsız edici boyutta dışarıya, başkalarına yönelmek. 21. Yüzyılda kadınlık, annelik, “adam” olmak hakkında dayatılan sayısız kalıptan, nasıl yaşamamız gerektiğini anlatanlardan çok sıkılmadık mı? Sorulmadan verilen akıl da bir tür zorbalık değil mi? Bilmek neticede nezaketi doğuruyor ve biz sanırım toplumsal olarak nezaketi zayıflık zannediyoruz. Gerçekten zayıflık gösterdiğiniz konu ve durumlarda üzerinize şiddetli bir baskı uygulayan bir toplumda yaşıyoruz. Belki yeterli özgüveni taşıyamadığımızdan, başkalarının özel alanına müdahil olmayı ve kendi üstünlüklerimizi başkalarının zayıflıkları üzerinden göstermeyi iyilik zannediyoruz. İbn Haldun’un çok sevdiğim bir sözü vardır. Haldun diyor ki: “Fazla tevazünün sonu vasat insandan nasihat dinlemektir.” Sizce neden bilgi sahibi olmayanların sesi bilgi sahibi olanlardan daha gür çıkıyor? Toplumun çoğunluğu tarafından benimsenmiş düşüncelerin, davranış biçimlerinin, toplumun tüm bireylerine benimsetilmesine zorbalık değil de ne denir? Toplum içerisinde farklılar, uyuşmazlıklar kolayca kabul edilen bir durum değil gerçekten yıpratıcı bir baskı türü.