Beklentilerimiz ve beğeni seviyemiz doğrudan yaşam kalitemizi etkiler.

Hem kendimizin hem de yanımızdakilerin yaşamına etki eder. Hayattan ne bekliyoruz? Ne istiyoruz? İstediğimiz şeyleri ne kadar çok istiyoruz? Israrcı mıyız? Razı mıyız?

Kafamı kurcalayan soru şu:

Ortada daha fazlası varken insanlar hak ettiklerinden ve paylarına düşenden daha azına nasıl olur da razı olabilirler?

Öyle ya yeraltı yerüstü kaynaklarıyla, doğal güzellikleriyle, elverişli iklim ve elverişli ovalarıyla, ormanlarıyla, bitki çeşitliliğiyle, jeopolitik konumuyla avantajlı bir coğrafyada yaşıyoruz. Çok varlıklı ve refah içinde yaşayabiliriz. Ancak yoksulluk almış başını gidiyor. Bizler de toplum olarak bu durumu kanıksamış ve kabullenmiş görünüyoruz.

Kabullenişi anlayabilmek için Emeklilerimiz üzerinden empati yaparak canlandırmaya çalışalım. Şu an gündemde olan en avantajsız kesim olan ve asgari ücretin de altında gelire sahip bir kesimden bahsediyoruz. Ülkemizdeki 15 milyon emeklinin 9,5 milyonu. Yaklaşık yüzde 64’ü. Nüfusun beşte biri…

“…Bizim için millet bahçeleri yaptılar. Oralara gidip geziniyor ve banklarda oturabiliyoruz. Acıkırsak oradaki kıraathanelerde ücretsiz çay içip kek yiyebiliyoruz. Akşam eve dönerken de halk ekmek kuyruğunda bir süre bekleyip ekmeğimizi alıyoruz. Eşim bize bırakılan yardım kolilerinden yemek yapacak bir şeyler buluyor. Arada bir köyden de biraz erzak geliyor. Öğünümüzü azaltmak ve porsiyonumuzu küçültmek sağlığımız için yararlı. Zaten bu yaşlarda et tüketmemiz sağlığımıza zararlı. Eşim altın günlerine gitmeyi bıraktı. Düğünlere gitmemek için birkaç ikna edici bahanemiz var. Torunlar geldiğinde onlara küçük harçlıklar verebiliyoruz. Ama okul masraflarını falan üstlenmeye kalkışmıyoruz. Faturaları kısmak için doğalgazı en düşük seviyede tutuyor, sıkı giyiniyoruz. Gereksiz ampulleri söndürüp karanlıkta TV izliyoruz. Ev kendimize ait. Kira masrafımız yok. Arabamız da benzin masrafımız da yok. Şehir içi otobüsler ücretsiz. 7500 lira emekli aylığı ile geçinip gidiyoruz. Akşama kadar oturuyoruz, çay içiyoruz, yürüyoruz, sohbet ediyor ve şükrediyoruz. Eşimin de fazla bir beklentisi yok. Mutluyuz. Nefes alıyoruz. Karnımız doyuyor. Sakince bir yaşam sürüyoruz…”

Tabi ki genelleme yapamayız. Çok iyi durumda olan emeklilerimiz de var. Bunun yanında daha kötü durumda işsizlerimiz ve asgari ücretlilerimiz de var. Ancak empati yaparsak yukarıdaki gibi cümlelerle karşılaşmamız olasıdır. Ayrıca kırsalda yaşayan ve harcama olanağı kısıtlı olanlar için de 7500 lira iyi bir gelir olarak görünebilir.

Peki, bunlar yeterli mi? Nefes alıp karnımızı doyurup beklememiz midir yaşamak? Yeni şeyler yapmak, yeni yerler görmek, farklı yaşamlar görmek, yeni deneyimler edinmek, bir şeyler üretmek, deneyimlerimizi aktarmak, sosyalleşmek, gelişmek, ilerlemek gerekmez mi? Yalnızca insanlar için değil tüm canlılar için ihtiyaçtır bunlar. Daha iyisini istemek ve daha iyisini beklemek gerekir. Devletler bunun için kurulur. Seçimleri bunun için yaparız. Demokrasi bunun için önemlidir.

Kaynakları daha kısıtlı olan ülkelerin emeklileri bizden daha fazla olanaklara sahipse burada bir şeylerin yanlış gittiğini görmeliyiz. Yönetenlerden işlerin düzeltilmesini isteme hakkına sahibiz. Yönetenlerden hiçbir beklentimiz yoksa ve her önümüze geleni beğenip kabul edersek yerimizde sayarız. Bir süre sonra da geriye doğru gitmeye başlarız.

Değerli emekliler bugün sizlerin beklenti ve beğeni seviyeniz gelecekte çocuklarınızın ve torunlarınızın yaşamlarını derinden etkileyecektir. Daha azını ve daha kalitesizini isterseniz onlar ileride çok daha azı ve çok daha kalitesizi ile karşı karşıya kalacaklardır. Ne dersiniz? Üzerinde düşünmeye değer ha… Sağlıcakla…