Yıllardan beri cüretkar yarı cahillerden yalan yanlış hikayeler dinliyoruz. Ağızlarındaki sakızlardan bir tanesi de ‘Laikliği Fransa’dan aldık’ sözüydü. Hayır, laikliği Fransa’dan almadık.
Laik sözcüğünü aldık. Onlar da Latince’den, onlar da Yunanca’dan aldılar. Laos, laikos, laici, laicite, laicisme, laik, laiklik sözcükleri evrensel kültürün gereği olarak dilden dile geçiş yaptı. Tıpkı Laiklik uygulamasının Selçuklulardan Fransızlara geçtiği gibi.
Kaynaklarıyla, kanıtlarıyla ortada duran bir gerçekten bahsediyorum.
1050’lerde Selçuklu Hükümdarı Tuğrul Bey din işleriyle devlet işlerini birbirinden ayırdı. Bu olay 1972 yılında Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı yayınlarından çıkan İbrahim Kafesoğlu’nun Selçuklu Tarihi adlı kitabında açıkça anlatılıyor.
Bütün Dünya dergisinde Mete Akyol bu konuyu Aralık 2014’de “Dede Mirasımız Laiklik” başlıklı makalesinde anlatmıştır.
Yazar Cengiz Özakıncı bu olayı “Fransızlar Laikliği Selçuklulardan almıştır” diyerek detaylarıyla anlatmıştır.
Aynı konu Fransız kaynaklarında da karşılığını bulur. Tuğrul Bey’den yaklaşık 700 yıl sonra 1748’de Joseph De Guignes’in Fransa’da basılmış olan “Histoire Generale Des Huns, Des Turks, Des Mogols Et Des Autres” isimli kitapta Tuğrul Bey ve laiklik konusuna değinilmiştir. Voltaire bu kitaptan alıntı yaparak laikliğin kökeninin Selçuklulara dayandığını belirtmiş ve Fransız Devrimine giden süreçte laikliğin halk tarafından benimsenmesinde önemli rol oynamıştır.
Atatürk, 1930 yılında kendi el yazısı ile “Tuğrul dini risayeti kabul etmedi. Laik bir devlet reisi kalmayı tercih etti.” yazmıştı. Biliyordu. Çünkü hem Selçuklu tarihini hem de Voltaire’i okumuştu. Bu yüzden laiklik konusunda yaptığı konuşmalar ve söylemleri konunun uzmanı bilim insanlarına yol gösterecek tutarlılıktaydı. O’na göre laiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması değil; aynı zamanda tüm yurttaşların vicdan, ibadet ve din özgürlüğünü sağlamaktı. Laikliğin asla dinsizlik olmadığı gibi sahte dindarlıkla ve büyücülükle mücadele kapısını açtığı için gerçek dindarlığın gelişmesi imkanını sağladığını 1930 yılındaki konuşmasında dile getirmişti. Her faydalı ve yeni şeye karşı çıkmanın irtica olduğunu ifade ederek karşıtını da ortaya koyup tanımını pekiştirmeyi ihmal etmemişti.
Hakkı sahibine teslim etmek gerekir. Laiklik, tüm dünyayı ve Fransızları etkileyen bir Türk buluşudur.
Anayasamızda laiklik kavramı, tanımı ve uygulanması değiştirilemez ve değişikliği teklif dahi edilemez maddelerden Madde 2’de “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” denilmektedir.
Anayasa Madde 24’de ise “Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.” denilmektedir.
Laiklik konusu günümüzde bu coğrafyada çok daha önemli hale gelmiştir. Çünkü dünyaya baktığımızda laikliği benimsemeyen toplumların gelişmiş ülkeler kuramadıklarını; zengin kaynaklar üzerinde açlık ve sefalet içinde hayatta kalmaya çalıştıklarını görüyoruz. Bu ülkelerde özellikle kadınların, çocukların ve bakıma muhtaç olanların yaşamlarının cehenneme döndüğünü her gün yeni medya haber kanallarında görüyoruz.
Ülkemiz laiklik sayesinde daha iyi durumda. Ancak içeriden ve dışarıdan müdahalelerle dirlik ve düzenimizi bozmak isteyenlerin ilk saldırdıkları alan laiklik ve çağdaş yaşam tarzımızdır. Böyle bir ortamda en çok sahip çıkmamız gereken alan da burasıdır. Tüm sivil toplum örgütlerinin, iktidar ya da muhalefet tüm siyasi partilerin önceliğinin laikliği korumak ve geliştirmek olması gerekiyor. İnsanca bir yaşam için laikliğe gereken özeni göstermeliyiz. Laikliği koruyamazsak çok büyük bedeller öderiz. Nasıl mı? Güney Asya’dan Kuzey Afrika’ya kadar sıralanmış ülkelere bakınız. Sağlıcakla…