Bugün 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü… Şimdi oturup bir sayfa dolusu Türk basının geldiği hali anlatabilirim. Yandaştı, candaştı, gazete patronları şöyle, saraya yakın gazeteciler böyle. Ya da İstanbul’da boğazda oturanlar, maaşını dolarla alanlar, danışmanlar, nüfus kullanıp kendilerine belediyelerde iş alanlar falan falan diye… Ben böyle yapmayacağım. Bu mesleğe başladığımda neredeyse çocuk yaştaydım. Muhabir olabilmek için çok uğraştım. Ancak muhabir olmak kesmedi yönetici olmak için de çok uğraştım. O da yetmedi gazete sahibi olmak için de çok uğraşım. Allah’ın sevgili kuluymuşum ki, bu meslekte ne istediysem elde ettim. Şimdi 51 yaşın deneyimiyle geriye bakıyorum da, tüm bunları kovalamak ne büyük hataymış. İnsan hayallerini elde edinceye esir ediyor, sonra ise hayallerinin esiri oluyor. Kariyer için kızımın çocukluğunu kaçırdım diye hep hayıflanır dururum. Oysaki bu işin en kutsal olanı muhabirlik. Sokakta çalışmak, habere koşturmak. Ya da haberin tam merkezinde olmak, haber yapmak. İnsanların hayatına dokunmak. Tüm meslektaşlarım bilerek ya da bilmeyerek kim bilir kaç kişinin hayatını değiştirdi? Kaç çocuğun tedavi olmasını sağladı, kaç ailenin hayatını değiştirdi. Kaç kişiye dokundu. Bazen bir genç için çok önemli bir sağlık cihazının bulunmasını sağladı, bazen yazdığı bir haberle kaç vurguncunun uykusunu kaçırdı. Mesela yapılan haberler üzerine kaç kişi tutuklanmıştır, yani adalet yerini bulmuştur.
Peki kaç arkadaşımız haber için ölmüştür, hayatlarından vazgeçmişlerdir. Birçok meslek gurubundan insanlar çok uzun yaşarlarken, maalesef bizim değerlerimiz çok erken veda ediyor. Bu meslekte kaç meslek büyüğümün cenaze törenine katılmak zorunda kaldım. Geçtiğimiz yılki Çalışn Gazeteciler Günü’nden bu yana, yani son bir yılda daha 60 yaşını bulmayan Abdullah Yalçın ve İsmail Kömür’ü defnettik. Bugün ben 52 yaşındayım, vücut yaşımı sorarsanız 80. Hastaneye gittiğimde öyle yaş almış insanların bölümlerine gidiyorum ki, beni refakatçi sanıyorlar. Bizim kuşak muhabirlerinin birçoğu aynı durumda. Çoğu kişinin bir dakika bile dayanamayacağı şeyleri bizler bir hayat biçimi haline getirdik. Kaç ceset gördük, kaç yaralı, kaç yardım isteyen insan, kaç katil, kaç sapık. Bugün birçok gazeteciyi maalesef çalıştığı kurumlardan dolayı herkes suçluyor, horluyor, tepki gösteriyor. Oysa muhabir arkadaşımın ne suçu var? Patron viskisini yudumlayıp milyonlarını hesaplarken benim arkadaşım bir kare fotoğraf için saatlerce adliyede, emniyette bekliyor. O da çekebilirse. Kaç arkadaşım her gün sözlü ya da fiziki saldırıya uğruyor. Kaç arkadaşıma yazdığı bir yazı için sosyal medyasından küfürler yazıyorlar.
İnanın bu kısmını da çok daha fazla uzatmak mümkün. Yani kaçların da sonu yok. Bu kadar olumsuzluğun içerisinde dünyaya bir daha gelsem ‘Yine gazeteci olurdum’ dediğime göre aslında sorun da yok. Genç arkadaşlarım sakın yılmayın, korkmayın. Bu meslekte dostunuzun onlarca katı düşmanınız olur. Dost sandıklarımız da işi bıraktığınız gün vefasız olur. Olsun yine de vazgeçmek yok. Özellikle bu mücadelenin içinde olan tüm meslek büyüklerime, arkadaşlarıma, kardeşlerime diyorum ki İNADINA GAZETECİLİK, GAZETECİLİK, GAZETECİLİK…
Esen kalın…