1970’li yıllarda Türkiye ile Güney Kore benzer şartlara sahipti. Her iki ülke de yoksullukla mücadele ediyor, kalkınmaya çalışıyor, sanayi toplumuna geçmenin yollarını arıyordu. Kişi başı gelirleri birbirine yakındı. Türkiye, bazı göstergelerde Güney Kore’nin önündeydi bile.

Ama aradan geçen yıllarda yollar ayrıldı.

Güney Kore, plan yaptı ve bu plana sadık kaldı. Eğitime ağırlık verdi. Genç nüfusunu bilim ve teknolojiyle buluşturdu. Devlet ile özel sektör iş birliği içinde çalıştı. Üretimi önceledi, dışa bağımlılığı azaltmaya çalıştı. Sanayi yatırımları akılcı biçimde desteklendi. Bugün Samsung, Hyundai gibi markalar bu çabanın sonucudur.

Türkiye ise plan yapmadı ya da yaptığı planlara sadık kalmadı. Eğitim sistemi sık sık değişti. Gençler sınavlarla boğuştu ama üretime yönlendirilmedi. Sanayi yerine inşaat, bilim yerine ezber, liyakat yerine sadakat öne çıktı. Üretmek yerine ithalat teşvik edildi. Ekonomi tüketim üzerine kuruldu.

Bugün Güney Kore kişi başı 35 bin doları aşan geliriyle refah içinde yaşayan bir ülke. Teknoloji geliştiriyor, kültür ihracatı yapıyor, küresel ölçekte söz sahibi olabiliyor.

Türkiye ise 10 bin doların altında seyreden geliriyle yüksek enflasyon ve işsizlikle uğraşıyor. Gençlerini yurtdışına kaptırıyor, üretim gücünü kaybediyor, enerjisini günlük krizlerle harcıyor.

Aynı noktadan başlayan iki ülkenin geldiği yer çok farklı.
Biri disiplinle, sabırla, akılla yol aldı.
Diğeri günü kurtaran politikalarla zaman kaybetti.

Bu farkın temelinde tercih var.
Çünkü kalkınma bir tesadüf değil, doğru tercihlerin sonucudur.