Eldivensiz evden çıkmayan, en büyük zevki örgü örmek, dondurmayla reçel yapmak olan, Türk Edebiyatı’nın bağımsız sanatçılarından biri olarak anılan yazar, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın hayat hikayesidir. Hüseyin Rahmi, 17 Ağustos 1864’te, İstanbul’da, Hünkar yaveri Mehmet Sait Paşa’nın oğlu olarak dünyaya geldi. Annesinin kucağından hiç inmeyen, yaramazlıklarıyla ünlü bir çocuktu. Ancak o kucakta yalnızca dört buçuk yaşına kadar kalabildi. Annesi hayata veda ettiğinde henüz 22 yaşında gencecik bir kadındı. Hüseyin Rahmi’nin ilk sessizlik günleri işte bugün başladı. Hüseyin Rahmi, anneannesinin yanına gönderildiğinde önce Yakubağa Mektebi, sonra Mahmudiye Rüştiyesi ve İdadide okumuş, ardından da 1878’de, Tarihçi Abdurrahman Şeref Bey’in himayesinde Mekteb-i Mülkiye’ye başlamıştı. Ancak ikinci sınıfta geçirdiği ciddi bir hastalık üzerine okulu yarıda bırakmak zorunda kaldı. Kendini toparladığında da okula dönmek yerine artık çalışmaya başlamıştı. Kısa bir süre Adliye Nezareti Ceza Kalemi’nde memur olarak çalıştıktan sonra, Ticaret Mahkemesi’ne Azâ Mülazımı olarak geçti. Ardından da kendini yazmaya verdi. Bundan böyle maddi manevi tüm kazanımlarını yazıdan sağlayacaktı. Sonuçta onu yazacak kadar güçlendirmiş pek çok duygu yaşamıştı. Hüseyin Rahmi, eserlerinde özellikle İstanbul halkının toplumsal yaşantısını, törelerine bağlılığını, batıl inançlarını, aile geçimsizliklerini irdeledi. Yani aslında sokakta her gün yaşanan, mahallenin kültüründen taşan tüm gerçekleri içeriyordu. Yaşadığı topluma kayıtsız kalamamış, mizahi bir dille kaleme almıştı. Hüseyin Rahmi, hayatını müzmin bir bekar olarak sürdürdü. Ona göre aşk, gelip geçici bir hevesti ve aslında cinsellikten ibaretti. Anne ve babasının durumundan mütevellit çocukluğunda onda kalan terk edilmişlik hissinden olsa gerek, evliliğe inanmıyordu. Hatta şöyle diyordu: “Eğer evlenmiş olsaydım, 45 romanımdan üçünü bile yazamazdım”. Hüseyin Rahmi, çocukluğunda başlattığı içine kapanıklığını, ömrünün sonuna kadar sürdürmeye kararlıydı. Heybeliada’da, kuş uçmaz kervan geçmez bir tepeye köşk yaptırdı. 1912’de taşındığı bu köşkte, çocukluğundan beri tanıdığı ve kendisi gibi hiç evlenmemiş Miralay Hulusi Bey ile toplumdan da, dönemin edebiyat çevresinden de uzak bir yaşam sürdü. En çok bu yalnız halleri, onu gizemli kıldığından olsa gerek, merak konusuydu. Ama o, bu konuda hiç konuşmazdı. Şimdi siz belki de onun adına üzüldünüz ama belki de kendi hayatı adına özgür karar verebildiği için mutluydu o. Evet, ne yazık ki, çocukluğundan bu yana canını yakan pek çok şey vardı. Yine de Hüseyin Rahmi, hayatı kendi bildiğince yaşamanın bir yolunu bulmuş, kendi kurallarını koymuştu. Ömrünün yarısını inzivada geçirdiği köşkünde, 8 Mart 1944’te, hayata veda etti. Geriye romanlarının yanında gözünün nuru dantelleri, dondurma ve reçellerinin kokusu kaldı. Cansız bedeni de çok uzağa götürülmedi Heybeliada’da bulunan Abbas Paşa Mezarlığı’na defnedildi. Yaşamının kurallarını kendisi belirleyen, romanlarında da hayatındaki gibi kendini özgür kılan, etkinliği cinsiyetine aldırmadan hobisi edinen, eldivenlerini eksik etmeyen bir Hüseyin Rahmi Gürpınar geçti bu dünyadan…