Bir günün yorgunluğu atmanın en güzel yollarından biri de şehrin serin kumsallarında ya da dingin yamaçlarında gökyüzüne dalıp güneşin batışına tanıklık ediyor.
Hele ki Antalya gibi bir şehirde ise gökyüzünde adeta renkler birbirine geçiyor, masalsı bir hava oluyor. Buralarda olmak mutluluk veriyor bana açıkçası…
Konyaaltı Sahili’nde, güneşin Torosların ardına saklanırken denizin üzerine döktüğü altını andıran yansımaları izlemek, insana dünyanın tüm telaşını unutturuyor. Şahsen hiçbir şey yapmadan öylece deniz kenarında bir bank bulup oturun ya da kumlara uzanıp o anın tadını çıkarın. Hafifçe esen meltem, günün koşuşturmasını zihninizden siler.
Tarihi Kaleiçi’nden geçip Marina’ya vardığımda zamanın ötesine geçiyor insan. Tarihi surların arasında güneşin, denize dokunup yavaşça kaybolmasını izlemek, ruhunuza şiir gibi geliyor bana bir bilseniz... Marina’daki kafelerden birinde oturup hafif bir müzik eşliğinde günümü orada bitirmek güzel geliyor da işte arada bulabiliyor insan o fırsatı…
Antalya’nın biraz dışına çıkıp Adrasan’a gidersem eğer orada doğa ile kendim arasında sanki gizli bir anlaşma varmış gibi burada gün batımı izliyorum. Güneşin batışı süssüz, doğal ve bir o kadar etkileyici, dalgaların ritmiyle rüzgârın sesi birbirine karışırken, büyülü bir huzur kaplıyor.
Aslında Side’deki Apollon Tapınağı’nın sütunları arasından göz kırpan güneş, sanki antik kent yeniden canlanıyor gibi oluyor. Gün batımı burada bir başka oluyor. Side’de güneşin batışı, zamanda bir yolculuğa davetiye çıkarıyor. Gökyüzü kırmızıdan mora, oradan geceye döndürürken, tarihî dokunun sessiz şahitliğinde kendimi bambaşka bir dünyada hissediyorum…
Antalya’da gün batımı birçok açıdan güzel… Nerede olursanız olun yalnızca durup kendinizin düşüncelerini dinleyin, kendinizi anlayın, onla konuşun ve o anın tadını çıkarın. Doğanın size sunduğu bu büyüyü, yüreğinize dokunan bir anıya dönüştürün. Yaşam aslında farkında varmadığımız güzel ve tatlı anların, küçük ve anlamlı zamanların içinde güzelleşiyor…