Acısı Can evinizde olan canlı bir dününüz olmalı.
Anısı hep canlı olan, size yaşama gücü veren, sizi geleceğe taşıyacak umut dolu bir aşkınız…
Umut ki umudunuza daima yepyeni umutlar katıp duran canlı bir çok duygularınız.
Sözünüze durmaksızın yepyeni sözcükler katıp duran müthiş güzel yaşantınız.
Renklerinize renkler katan çiçekleriniz.
Bilgileriniz ki sizi yaşatan küfelerce kitaplardan imbiklerle süzülme.
İşte tam zamanı şimdi şu andadır her şey biraz da bırakın dolsun dolabildiğince. Öz. has kendiniz oluyorsunuz daha ne? Kendiniz yani sadece siz…
Dünyaca ünlü Roman yazarımız Kemal Sadık Göğceli’nin Adana Halkevi yayınları arasında yer alan ilk kitabı “ Ağıt” tan bahsediyor Adananın o yıllardaki en önemli yerel gazetecisi Çoban Yurtçu.
Adana’da o zamanlar yayınlanan “ Bugün” adlı gazetesini idare ederken 1950 li yıllarda gazetesinde de yazılar yazdığının ve Çoban Yurtçu’nun ifadesiyle etliye sütlüye karışmayan salt görgü kuralarını yansıtan bir yazısı için soruşturmaya uğradığından…
Şimdi düşünelim biraz.
Tıpkı bizim gazetemiz Antalya Gündem gazetesi gibi yerel bir Adana gazetesi olan “ Bugün” gazetesinde o zamanlar kimler yazılar yazıyor bakın: Yılmaz Güney, Turgut Kazan, Hülagi Tunç, Ömer Nida, Kemal Bayram Çukurkavaklı, Şükrü Üstün, Kemal Sadık Göğceli, – ( Yaşar Kemal) ve adını benim bilmediğim daha ne yazarlar.
Yaşar Kemal’in daha ne İnce Memet’i var ne de diğer romanları.
Sayın Çoban Yurtçu Yaşar Kemal’in “ Sokakta nasıl Yürünmeli” başlıklı yazısı için Emniyette sorguya çekildiklerini ve aklandıklarını anlatıyor bir yazısında. Bu aslında bir gözdağıdır. Hemşerim Kemal Bayram Çukurkavaklı o yıllarda 15-16 yaşlarındadır. B.Pakgönül, Kemal Bayçu, Memduh Rıfkı, Abdullah Közlü, Ali Fakı, Kaptan Saraycıklı, takma adlarıyla şiirler yayınlamaktadır. Çoban Yurtçu’dan öğreniyoruz. Rıfat Ilgaz öğretmenimiz o yıllarda “ Sarı Yazma” adlı romanının Kahramanı da Sayın Kemal Bayram Çukurkavaklı olduğunu.
Bu 1950- 1960 yılları arasında yaşananlar bir şeyler çağrıştırıyor bende…
Düziçi Köy Enstitüsünde bakın neler yaşanmış.
“ Herkes diyor ki okulda bu yeni gelen çocuk Rus Casusudur. Nazım Hikmeti över. Orhan Kemalle mektuplaşır. Hasan Ali Yücel’i ve Tonguç’u göklere çıkarır. Üstüne üstlük durmadan Şiirler yazar.
Abiler önermişler: Bunu demişler öldürelim. Yaşamasın böyle hainler aramızda. Bir plan yapmışlar. Onu okulun 3-4 Km. uzağımdaki Sabun Çayına götürelim orada… Bunu duyan herkezs o gün Sabunçayına gitmişler, Beş altı yüz kişi. Önce onunla münakaşa yapmak isterler o yanaşmaz. Sonra dövmeye başlamışlar. Sopalarla tekmelerle yumrularla taşlarla.
Her tarafından kanlar akıyorken bayılan Kemal Bayramıın kafasını suya sokup bir zaman bekletirler ve öldü diye oracığa atıp bırakıp okullarına dönerler.
Ama ölmemiş. Ahmet ARİF ustamız “ Vurun ulan vurun ben kolay Ölmem. Demiştir bu olyı duyduğunda.
Ve aynı dönemde: İki Tazı hediye edilmiştir Zamanın Liderinden birine bir başka devlet tarafından Ve o iki tazı bile paraya çevrilmiştir. Köpek davası denilen davadan öğrendiğimiz kadarıyla.
Nereden nereye değil mi?
İşte sanatçılar bağlayıveriyor bir yerden devletimize hediye edilen bilmem neleri n faturalaştırılmasıyla olan bağını.
Sanatçı unutmuyor. Unuttur muyorda. Roman Kahramanı yaparak. Şiirlerine konu ederek.
Sanat ve Sanatçılar onun için mutlaka gerekli.