İnsanlar çoğu zaman elinden tutulsun diye başkalarına ellerini uzatırlar. Yine çoğu zaman o el tutulmazsa darılır, küserler. Oysa asıl o eli tutmayacak birine elini uzattığı için kendisine kızmalı insan.
Aynen bunun gibi: Yalan söylediğimizde neden yalan söylüyormuşuz biliyor musunuz? Yaptığımızın doğru olmadığını bildiğimiz için.
Hayatta hiçbir mutluluk biçimini, ne bilim, ne sanat, ne sağlık kıymeti ne de gerçek aşkı bilmeyenler kesin son olan ölüm anında ne düşünürler ki?
Varlık bir tuzak. Bir haksızlık, bir vahşet olduğuna göre bu varlık bana niye verildi? Zayıfı aldatmak, alçakça bir davranış. Kısacası Eyüp’ün Lanetlenmesi…Yaşamı bir işkence ve dünyamızı da bir Cehennem olarak görmemek için ölümsüzlüğü, öbür dünya dediğimiz hiç bilmediğimiz fakat var olduğuna inanıp, inandırıldığımız fikre insan olarak o kadar çok ihtiyacımız var ki… Bu fikir, bu mantık, bu düşünce biçimi bu inanış bize neden gereklidir bu kadar biliyor musunuz? Dünya da bir türlü yakalayamadığımız Adalet için.
İnsanlara bu dünyada bir türlü yakalayamadıkları Adaleti ölümden sonraki yaşamda yakalayacakları umudu enjekte ediliyor durmaksızın. Zaten Çaresiz ve umutsuz olan insanlar da isteseler de istemeseler de inanıyorlar o acı gerçeğe.
Umut’a yani bir adaletin tamir edileceğine inanış, yaşamamıza kılavuz oluveriyor. Görklü Yargıç bizi köprülerden geçiriyor ve içinde ne hayal edersen hemen gerçeğini bulacağın birer Cennet vaad ediliyor o umutla. O Ulu yargıç kavramı yaşarken bile o kadar gerçektir ki sözlü milyonlarca dilekçe gönderip dururuz o ulu yargıcımıza.
İktisat bilince insanların ihtiyaçları sıralanırken şöyle bir yol izlenir. Önce yaşayabilmek için yiyecek içecek gereklidir. Sonra barınacak bir yer. Sonra soğuklardan sıcaklardan korunmak için giysiler, Eee Dünyadaki bütün işeri tek başına yapamayacağımıza göre insanlar yani toplum, toplumda herke her kele aynı şekilde anlaşamayacağına göre dostluklar ve düşmanlıklar, doğal olarak bir arada yaşaya bilmek için Toplum liderleri ve kurallar. İnsan olmanın olmazsa olmazı eşyalar, eşyalar, eşyalar. Daha sonraları soyunu sürdürme çabaları eş ve çocuklar, çocuklar… Ama bütün bunların hemen hemen hepsinde de Adalet… Aidiyet ihtiyacı, Vatan kavramı! Bayrak. Bayraklar… Başarma istekleri. Adam yerine konulma çabaları. Mutlu yaşama çabaları. Her şeye sahip olabilme istekleri. Güçlü olma istekleri, Daha güçlü olma çabaları. En güçlü olma istekleri. Desinler, desinler, desinler zamanları. Gerçekleşen umutlar ve bir türlü gerçekleştiremediğimiz umutlar. Ne kadarını nasıl gerçekleştirdiğini kendisinden başka neredeyse hiç kimsenin bilmediği yaşam biçimleri…
Bütün bu yaşamlar dünyada oluştuğuna göre dünyada yaşamanın da toplumda yaşamanın olduğunca kuralları kuralları kuralları… Akıp giden ömürler. Bir evin içindeki evlatlardan bile bazılarının korunup kayrılmaları… Kimilerinin sevilerek baş tacı edilirlerken, kimilerinin aşağılanıp ötelenmeleri… Haksızlıklar haksızlıklar hakızlıklar… Ailenin Devasası olan Devlet eliyle de aynı şeylerin inatla yaşatılması insanlara. Çıldırmaları birçok insanların. İnsanların iyiliği için geldiği iddia edilen dinlerin bile öldürmeleri, savaşları emretmeleri… İnanlar, inanmayanlar, İyiler kötüler, güzeller çirkinler, beyazlar karalar, erkekler dişiler, kavgalar barışlar, sevmeler öldürmeler, mutluluklar mutsuzluklar, bu dünya öbür dünya, melekler şeytanlar, cennetler cehennemler. Hepsi ama hepsi sadece insanlar için… Bitkilerin, hayvanların, dünyadaki birçok canlıların, böyle bir dertleri yok.
O yükleri taşıyabilen ve taşıyamayıp bir takım uyuşturuculara, haramlara sığınıp usul usul kendilerini yok edenler.
Uyuşuk, neşesiz, yılgın insanların sessiz çöküntüleri. Dingin üzüntü ve özellikle de devasa yaşamdan bezginlik halleri.
Çumra’mızın yetiştirdiği Ünlü ulusal Şairlerimizden Kemal Bayram Çukurkavaklı’nın bir şiirinde de bahsettiği gibi “ Sevgi yoksa Sende yoksun” bir bütünün özeti. Binlerce yıl önce aynı sözleri bir başka biçimde söylemiş o zamanın Şairi Aristotales: “Ben dünyaya kin değil sevgi paylaşmaya geldim.” Diyerek. Sevgisiz kaldığı zaman ölüyor en çok insanlar.
İşte sanatçılar hayatı bir nebze olsun yaşanılır yapmaya çalışıyorlar. Bu iki Şairimizden de örneklediğimiz sevgiyi öne çıkarırlarken. Kimisi bir günce yazıyor. Kimisi bir güzellik yarışmasındaki üç elmayı anlatıyor. Kimisi bir Müziği, kimisi bir Kahramanlığı ölümsüzleştiriyor bir anıtla, ki yaşanılabilsin diye.
Tabii dir ki sanatçılar da insandırlar. Ve toplumsal yaşamdan onlar da en az diğer insanlar kadar etkilenmektedirler. Eğer toplum yapısı ve dinamizmi uygun şartları sunuyorsa sanatçılar çok daha fazla ve çok daha çabuk fililenirler. Yooo toplum yapısı muhafazakar ve gericiyse, Tolum liderleri sanatçıyı hor görüp bir takım sanat eserlerine “Tüüü” diye tükürüyorlarsa Fikir kıtlığının olması da normaldir. İşte o anda da zaten Beyin göçü dediğimiz yaratıcı zeki insanlar ve özgürlük yanlısı gençler kendilerini daha iyi hayat koşullarının olduğu yerlere atarlar ki bu da o şartların gereğidir.
Çarkların dişlileri işte bu sanatçı ve özgürlükçü gençleri bir türlü öğütemezler. Sonunda da toplumu baskı altında tutan liderler ya bir takım tavizler verirler ya da yok olup giderler.
Buna da sanatçıların gücü mü demeliyiz acaba? Bilmiyorum.