Ülkemiz bir deprem ülkesi. Bu gerçeği hiç unutmamalı ve buna uygun olarak yaşamalıyız.
Tarımsal alanları imara açarak, gerekli denetimleri doğru / etkin biçimde ve zamanında yapmayarak, adeta felaketlere davetiye çıkarıyoruz. 1999 depreminden bu yana toplanan deprem vergilerinin nerelere harcandığı bile tam olarak bilinemiyor. 6 Şubat 2023’te arka arkaya meydana gelen Kahramanmaraş merkezli 7.7 ve 7.6 şiddetin- deki iki depremin 47 binin üzerinde can kaybına yol açtığını biliyoruz. Bu rakamın enkaz kaldırma çalışmaları tamamlandığında 50 binin üzerine çıkma ihtimalinin oldukça yüksek olduğunu söyleyebiliriz. Kaybedilen canların geri getirilmesi mümkün değil. Yıkımın ve can kaybının bu kadar yüksek olmasının en önemli nedeni nüfusun yüzde 70’inin birinci derecede deprem bölgesinde yaşadığı ülkemizde depreme dayanıklı yapılar inşa etmek konusunda yetersiz kalındığı açıktır.
Bugüne kadar yapılan tartışmalar daha çok jeofiziki yapı, deprem mühendisliği, kentleşme ve müteahhitlerin yolsuzlukları üzerinde yoğunlaştı. Bu yaklaşım elbette önemlidir, gereklidir. Ancak yıkılan konutların neredeyse yarısının son yirmi yılda yapılanlardan olması nedeniyle, tartışmalar aslında siyasi erkin uyguladığı kentleşme ve iktisat politikalarıyla ilişkilidir.
Depremler gibi doğal felaketler, yakında yaşadığımız Covid-19 gibi salgın hastalıklardan önemli bir farklılık gösterir. Deprem sadece konutları değil, işyerlerini, fiziki altyapıyı da yıkıntıya uğratabiliyor. Yaşadığımız son süreçte depremin ekonomik maliyetlerinin yanında sosyal maliyetinin de büyük olacağı su götürmez bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır. Deprem bölgesinde yaşayan insanların özellikle psikolojik manada büyük travmalar yaşayacağı bir gerçektir. Ekonomik maliyetleri ise daha da büyüktür.
Depremlerin genel maliyetlerini iki bölümde inceleyebiliriz. Birinci bölümü, hasar gören binaların, şehirlerin yeniden inşasının getireceği maliyet oluşturmaktadır. İkinci kalem ise, depremlerde kaybolan üretim, ihracat kapasitelerinin, istihdam ve vergi kaybının getireceği maliyet olacaktır.
Söylemeye bile gerek yok, tek bir insanımızın bile yaşatılabilmesi tüm ekonomik analizlerden daha değerlidir. Ama iş bölümü gereği, jeolojik boyutunun yanı sıra birilerinin de depremin politik, psikolojik, toplumsal ve ekonomik yansımalarını değerlendirmesi gerekiyor. Deprem, kurumsal yapının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gösterdi.
Öte yandan, deprem öncesinde, yaklaşan seçimler nedeniyle iç talebi artırıcı çeşitli adımlar atılmaya başlanmıştı. Bunların ekonomideki durgunluğu sona erdirdiklerine dair ilk belirtiler çeşitli makroekonomik göstergelere yansımaya başlamıştı. Mesela OECD’nin haftalık ekonomik faaliyet endeksinin Ocak ayının tüm haftaları ile Şubat ayının ilk haftasına ait değerlerini biliyoruz. Bu değerler, yıllık büyüme oranında dördüncü çeyreğe kıyasla bir toparlanma olduğunu gösteriyor. Benzer bir gelişme reel kesim güven endeksi için de geçerli. Dün açıklanan Şubat endeks değeri, her ne kadar Ocak ayına kıyasla daha düşük olsa da, ilk iki ayın değerleri geçen yılın ikinci yarısındaki değerlerden belirgin daha yüksek. Keza kapasite kullanım oranındaki düşüşün de azalmaya başladığı anlaşılıyor. Aynı gözlem elektrik tüketimi için de geçerli.
Ama deprem sonrası çok şey değişecek. Deprem bölgesinin GSYH’ye doğrudan katkısının yüzde 10 civarında olduğu söyleniyor. Bu katma değer yaratma kapasitesinin ne kadarının etkilendiğini bilmiyoruz. Bir de bu bölgedeki şirketlere girdi veren ve onlardan girdi alanlar var. Onların da olumsuz etkilenmeleri beklenir. Dolayısıyla, en azından, yılın ilk yarısında depremin üretim üzerindeki negatif etkisini büyümeyi de olumsuz etkilemesi beklenir. Ancak, depremin yarattığı büyük hasarı kaldırmak ve şehirleri yeniden inşa etmek için büyük bir kamu harcaması yapılmak zorunda. Bu da 2023 yılının bütününde büyümenin ilave yatırımların etkisiyle 2,4 ila 2,6 yüzde puan arasında yükselebileceğini söylenebilir.
Türkiye, kamu ve özel sektör altyapı sermayesine önemli zararlar verebilecek doğal afetlere karşı savunmasızdır. Depremler ve seller günümüzde en sık görülen tehlikelerdir ve iklim değişikliği ile taşkın risklerinin artması beklenmektedir. İstikrar ve büyümeyi sağlamak ve bu felaketlerin refah üzerindeki etkisini en aza indirmek için, bu şokların makro-mali ve para politikasında yönetilmesi ve hesaba katılması gerekmektedir.
“Bundan sonra ne yapılmalı?” diye kesin ve net bir şekilde sorulmalıdır. Planlama, organizasyon, bölge analizi, depremzedeleri ait olduğu bölgeden uzaklaştırmadan sosyal devlet mantığıyla ücretsiz, yaşam güvenli yapılanma gereklidir. Kaynak:
2023 Kahramanmaraş Depremi-Afet Durum Raporu”, TÜRKFONFED, 10.02.2023.
Mahfi Eğilmez Kendime yazılar