Türkiye'de gelir durumu, son yıllarda kötüleşmeye devam etmektedir. 2023 yılı itibarıyla Gini toplamı 0,42'ye yükselmiş, bu da gelir gelişiminde yüksek eşitsizliğin varlığını göstermektedir.
Eşitsizliğindeki bu artışa rağmen, Gelir dağılımındaki bozulma; 2023 yılı başında, genel seçimlerin de etkisiyle, asgari ücrete, kamu personeline ve emekli aylıklarına yapılan yüksek zamlara, EYT ile 2 milyon üzerindeki çalışanın kıdem ve emekli aylıklarıyla artan ek gelire kavuşmasına, doğalgaz faturalarının kamu tarafından karşılanmasına, ötelenen idari fiyat artışlarına rağmen yaşandı. Bu da popülist politikalarla verilenlerin enflasyon ile fazlasıyla geri alındığının net bir göstergesi oldu.
Stagflasyon ise , ekonomik büyümenin durakladığı veya gerilediği bir enflasyonun yükselmeye devam ettiği nadir ve karmaşık bir ekonomik fenomendir. Bu durum, klasik ekonomik teorilere meydan okuyor çünkü genellikle enflasyon ve durgunluğun aynı anda var olabileceği düşünülür. Keynesyen ekonomi yaklaşımına göre, yüksek enflasyon genellikle artan talebin bir sonucu iken, durgunluk (resesyon) ise talebin esnekliğine bağlıdır. Ancak stagflasyon bu basitliğin bozar; hem enflasyon hem de durgunluk aynı anda ekonomik hayatı etkiler.
Stagflasyonun bilinen örneklerinden biri, 1970'lerde yaşanan küresel petrol krizidir. Petrol fiyatlarındaki dramatik artış, üretim maliyetleri yükselmiş ve bu durum fiyatların artması hem de üretimin başlamasına yol açmıştır. O dönemde Batı ülkelerinde yüksek oranlar ve enflasyonun aynı anda görüldüğü, stagflasyonun ekonomik tartışmalarda yer bulmasında neden olduğu ortaya çıkmıştır.
Türkiye ekonomisi, son yıllarda yüksek enflasyon, düşük büyüme ve artan oran oranlarıyla birlikte stagflasyon riskiyle karşı karşıya kalıyor. Enflasyonun yüksek değerde seyretmesi, ekonomik büyümenin yavaşlaması ve döviz kuru istikrarsızlığı, bu riskin artmasının nedeni olan değişkenlerdir. Ancak stagflasyon tehlikesini takip etmek mümkündür. Bunun için para politikalarının etkin bir şekilde ayakta kalması, kalıcı reformların hayata geçmesi ve dış ekonomik açıdan gelişmesi gerekmektedir.
Türkiye, resmi kayıtlara göre henüz tam anlamıyla stagflasyona girmemiştir. Ancak ekonomik göstergeler, stagflasyonun gücünün arttığını ortaya koyuyor. Özellikle büyüme ivmesinin zayıflaması, enflasyonun yüksek izlemesi ve para politikalarının sınırlı kalması, riskin güçlendirilmesi unsurları arasında yer almaktadır.
Son iki yılda Türkiye, dünyanın en yüksek enflasyon oranlarına sahip olan biri haline geldi. Temmuz 2024'te yıllık enflasyon oranı %61,78'e ulaşmış ve bu oran Türkiye, AB ülkeleri arasında en yüksek, G-20 ülkeleri Arjantin'den sonra ikinci sırada yer almıştır. Döviz kurlarında ciddi yükseliş göstermiş; son üç yıllık dolar kuru %286, euro kuru ise %275 oranında arttı
Bununla birlikte, büyümenin bozulmasında de zayıflamaların olduğu görülmektedir. 2023'te %4,5 büyüyen Türkiye ekonomisi, 2024'ün ilk yarısında %5,7 büyüme kaydetmiştir. Ancak sanayi üretimi, dış ticaret ve PMI gibi göstergelerdeki düşüşler, büyümenin yavaşladığını gösteriyor. BETAM'ın tahminlerine göre, Türkiye ekonomisi 2024'ün ikinci çeyreğinde %0,6 oranında küçülebilir. Bu da stagflasyon riskinin daha belirgin hale geldiğinin bir göstergesidir.
Sanayideki düşüş, ticaret satış hacmindeki gerileme, otomobil satışlarındaki düşüş ve cari açıktaki düşüş, talepte düşüş olması ve ekonominin durgunluğa girdiği görülüyor. İşsizliğin artması da ekonominin zayıfladığını destekliyor. Konut satışları ise canlılığını korumaktadır.
Faiz artırımı yapılmasaydı, ekonomi daha da kötüleşebilir ve stagflasyondan çıkış zorlaşabilirdi. Faiz artırımı kısa vadeli doğru bir hamle olsa da, uzun vadeli çözümler için dayanıklılık reformları gerekmektedir. Eğer reformlar yapılamazsa, Türkiye stagflasyonundan sonra çöküşe, yani ekonomik küçülmeyle birlikte yüksek enflasyona erişebilir
Türkiye'nin gelecekte stagflasyondan kaçınabilmesi, bu durumun devam edebildiği bütüncül bir ekonomik stratejinin geliştirilmesine bağlıdır. Bu stratejinin enflasyonu kontrol yoluyla ekonomik büyümeyi teşvik etmeye devam etmesi için politikalar yer almalıdır. Yapısal reformlar, enerji tüketimini azaltacak yatırımlar ve döviz kurunun istikrarını sağlayacak dış ticaret politikalarını, bu sürecin kilit unsurlarını olarak öne çıkarıyor
Özetle, sosyal ayağı kuvvetli bir kalkınma planı uygulanmadan, 2024-25 yıllarının kaybedeni halk olacak gibi görünüyor.