Kabile yaşamının hüküm sürdüğü ilk çağlardan beri insanlar bilinçli olmasa da hep korunma ihtiyacı duymuştur. Aslında bu korunma ihtiyacı günümüz anlayışında sosyal güvenliğin ta kendisidir.

Sosyal güvenlik kavramı sanayi devriminden sonra, özellikle işçi sınıfının doğmasıyla ortaya çıkmıştır. Osmanlı Devleti sanayileşme sürecini ıskalamış ve sosyal güvenlik sistemlerinin gelişimi ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla olmuştur.

Günümüzde sosyal güvenlik temel bir insan hakkı olarak kabul edilmiş olsa da devletlerin emeklilerle ilgili yaklaşımları kapitalizmin ihtiyaçlarına göre  şekillenmektedir.

Türkiye’de 80’li yıllarda başlayan neoliberal politikalar, 2000’li yıllarda bir saldırıya dönüştü. “Sosyal güvenlik” bu politikaların önemli uygulama alanlarından birini oluşturdu ve sermaye birikim sürecinin bir parçası haline geldi. Devletin sosyal tarafı hızla tasfiye edilerek sağlık hizmetleri piyasa koşullarına terk edildi.

Sendikal hak ve özgürlükler mücadelesinde yerini almış emekli bir eğitimci olarak o yılları iyi hatırlıyorum. Saldırı yasaları yağmur gibi gelmişti. Ne yazık ki buna karşı koyacak bir siyasi irade ve örgütlülük yoktu. Çünkü devletin küçüldüğü, sermayenin etkinliğinin arttığı, emek piyasalarının esnekleştirildiği, üretimin parçalı hale geldiği kapitalizmin bu neoliberal evresinde sendikal hareket güç kaybına uğrayarak gerileme sürecine girmişti. Emekliler en büyük hak kayıplarını bu yıllarda yaşadı.

Seçimler geride kaldı. Mehmet Şimşek’li bu yeni dönemin (olmayan) ekonomik program kapağı açıldı. Ülkenin zenginlerine bir hesap çıkmadı. A’dan Z’ye her şeye yapılan zamlarla krizin faturası sermayeye değil, yine ezilenlere kesildi. Emekliler ise en büyük tokadı yiyen kesim oldu.

Uygulanacak asıl acı reçete yerel seçimler sonrasına (Mart 2024) bırakıldı.

Bugün Türkiye, enflasyonda 193 ülke arasında en yüksek 8’inci sırada. Resmi enflasyon yeniden tırmanmaya başladı. TÜİK temmuz ayı enflasyon oranını yıllık yüzde 47,83 olarak açıkladı. ENAG’a göre ise yıllık enflasyon yüzde 122.88.

Seçim öncesinde iktidarın ilgi odağı olan ve EYT sonrası sayıları 16 milyonu bulan emeklilere seçimden önce verilen vaatler unutuldu. İktidar, emekli aylıklarına enflasyonun üzerinde, en az büyüme oranında refah payı artışı verileceğini vadetmek.

Peki ne oldu?

En düşük emekli aylığı 7 bin 500 lirada kalırken emekli memurlar 8 bin TL tutarındaki ilave ek ödemeden faydalanamamış ve en düşük emekli memur maaşı da asgari ücretin altında kalmıştır. Bu uygulamayla ilk defa memur maaşı ile memur emeklisinin maaşı arasındaki bağ kopmuştur.

Yapılan araştırmalara göre Türkiye’de emeklilerin yüzde 80’i açlık sınırının altında ve kredi kartıyla yaşamaya çalışıyor. Büyük bir kısmı bankalara borçlu. Tek başlarına yaşayamaz duruma gelen emekliler çocuklarıyla birlikte yaşamaya başladılar.

Emeklilerin bugün yaşadığı sorunların temel nedeni örgütsüz olmalarıdır. İlk emekli sendikası 1995 yılında kuruldu. Yani yaklaşık 25 yıldan bu yana emekli sendikaları mücadele ediyor.

Ancak bugün sayıları 16 milyonu aşan emeklilerin henüz birkaç bini sendika üyesidir. Bu ayrıca sorgulanması, tartışılması gereken bir konudur.

Bugün insanca ve onurlu bir yaşam isteğiyle toplu sözleşmeli sendika hakkı talebiyle yola çıkan birçok emekli sendikası açılan kapatma davaları ile var olma mücadelesi vermektedir. Bu davalarla emeklilerin sendikalaşma, örgütlenme hakları gasp edilmek isteniyor. Bizler çocuklarımıza, torunlarımıza iyi ve onurlu bir gelecek bırakmak istiyorsak bunun mücadelesini vermeliyiz.

Hem yoksulluktan, baskıdan, gidişattan şikayet edeceksin hem de örgütsüz bir yaşam sürdüreceksin. Mücadele edenlere destek vermeyecek, başını kuma sokarak yaşayacaksın. Üstüne üstlük seçimlerde gidip bir de iktidara biat edeceksin. Tartışılması gereken bir durum olsa da böyle bir hayat yok arkadaşım. Karınca misali artık sen de safını belirlemelisin. Çevrende olup bitenlere karşı duyarlı bir insan olmalı ve işin bir ucundan tutma cesaretini göstermelisin.

Gerçekten biz emekliler bu tabloyu hak etmiyoruz. Bu durumu değiştirebiliriz.  Önceliğimiz emeklilerin örgütsel birliğinin sağlanması olmalıdır. İçinden geçtiğimiz süreç ayrı durma süreci değil, dayanışma sürecidir. Emekçiler, sermayeye karşı gücünü birliğinden alır. Bölünmüş, parçalara ayrılmış şekilde hak aramak ve başarıya ulaşmak mümkün değildir.

Öyleyse yapılması gereken bellidir!

Mevcut emekli sendikaları tek çatı altında bir araya gelerek emeklilerin birleşik mücadelesi ve örgütsel birliği sağlanmalıdır.

Bu gerçekleştirildikten sonra diğer emek ve demokrasi güçleriyle yan yana gelerek hak ve gelecek için verilen mücadeleyi, doğanın sömürüsüne karşı direnenlerin mücadelesiyle birleştirmek gerekir.

İnsanlık tarihi göstermiştir ki tüm ezilenler ancak güçlerini birleştirip birlikte mücadele ettiklerinde başarılı olurlar.

Hayat bize bunu dayatmaktadır.