Bugün size Mesut Akdağ’ın yazdığı benimde okurken çok etkilendiğim bir hikaye anlatmak istiyorum. Elindeki tespihi tam kalbinin üzerine koymuş, boynu hafif eğik, gözleri de kapandı kapanacak halde, dudakları kıpırdanık ne söylediği anlaşılmaz sesler çıkartıyor. Bu vaziyeti ile tam bir huşu içinde tespih veya zikir çekiyor izlenimi veriyor. Bu esnada yanına biri gelir, selam verir. Belli belirsiz kafasını sallar, gözlerini yumar gibi yaparak selamı alır. Vaziyetini bozmadan tespih çekmesine devam eder. Gelen kişi otur denilmeden bir yere oturur ve beklemeye başlar. Bir müddet sonra hafifçe başını kaldırır, elini tespihiyle göğsünden çeker, gözlerini açar. Ancak o zaman gelene bakar ve hoş geldin der. Gelen kişi de büyük bir edeple sağ elini kalbine koyarak hoş bulduk der. Birkaç hal hatır sorma kelamından sonra tespih çeken der. Evet, zina büyük günah. Fakat gıybet ve başkalarının hakkında zanlı, varsayımla konuşmak da büyük günahlardan. Allah ne diyor ayette, gıybet etmenin ölü kardeşin etini yemek gibidir. İşte zina iki kişi arasında bir olayken gıybet bu günahın, kötülüğün ortaya çıkmasına sebep olur. Başkalarına da örnek olur. Günah işlemeyecek olanlar, onlar yaptıysa biz de yapabiliriz deyip günahı işlerler. Böylece gıybet günahlara kapı açmış olur. Bu bir yönü. Eğer kişi yanlış anlaşılmış o günahı işlemediyse onun toplum nezdinde itibarı kaybolur, düştüğü bu durum da büyük bir günahtır. Suçsuz bir kimseyi yargısız infaz edilerek toplumda suçlu durumuna düşürüyoruz. İşte bu da ikinci yönü. Tam bu sırada biri gelir, “ne yapıyorsunuz böyle ayaküstü?” Der. Geçenlerde ben de gördüm. Sizin dediğiniz bir kadınla alış veriş merkezinde. Baktım aralarından su sızmayacak kadar samimiydiler. İlk gördüğümde çok şaşırmıştım. Sonra Ahmet’in böyle bir şey yapmayacağına emin olduğumdan yanlarından selam vererek geçtim. Ahmet hemen beni çağırdı. Abi bu hanım Almanya’dan gelen kız kardeşim. Seneler var ki görüşmüyorduk. Annem babam ayrılınca biz iki kardeş de ayrıldık. O zamandan beri birbirimizi görmedik. Ben ne diyeceğimi bilemez halde oradan ayrıldım. Eğer diğer görenler gibi hem fikirli olup ona gözükmeden gitseydim hakikati bilemezdim. Belki de ben de şimdi sizin gibi onun hakkında kötü düşüncelere sahip olurdum. Her ne kadar onun çok iyi bir insan olduğunu iyi bilmeme rağmen. Vay Hacı vay! Hemen de damgalamış bizim günahsız Ahmet’i. Zaten hep o dürüst, en iyi Müslüman o, onun hiç günahı yok, fakat herkes onun gözünde günahkâr. Her kese illaki bir kulp takar, bir kusur bulur ve böylece bir kendisini cennete diğerlerini cehenneme sokar. Bak şimdi, sen de hemen başladın gıybete Hacı hakkında. Ama doğru. İşte asıl gıybet bu. Başkasının hakkında yanında olmadan bir kusurunu anlatmak gıybettir. Doğru değilse iftiradır. Bu sebeple hiç kimseyi hor görüp küçümsemeyeceğiz. Hiç kimsede kusur aramayacağız. Kusur ararsak kendimize bakacağız. Başkalarının kusurunu ararken kendi kusurlarımızı göremiyoruz. Kendimizi sütten çıkmış ak kaşık olarak görüyoruz. Peygamberimizin “Bir kimsenin ‘İnsanlar helak oldu!’ dediğini duyarsanız, bilin ki o, kendisi, herkesten çok helak olandır.” hadisinde olduğu gibi başkalarının kusurunu araştırırken, onları yargısız infaz ederken biz helak oluyoruz kendimizi mahvediyoruz. Ne yazık ki haberimiz olmuyor. O zaman derviş gibi olan Hacı da helak olanlardan. Onun gibi gıybet edenler de.