Türkiye eşit ve adil olmayan koşullarda yapılan bir seçimi daha geride bıraktı. Devletin tüm olanaklarının seferber edildiği seçimde iktidar her iki turda da istediği sonucu aldı.
Türkiye, 2017 yılında yapılan halk oylamasıyla meşruluğu halen tartışılan bir rejime geçti. Bu yeni rejim “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” diye adlandırılsa da Türkiye resmen tek adam rejimine geçmiş oldu. “Türkiye’yi uçuracak!” iddialarıyla getirilen ve gittikçe otoriterleşen bu sistem, ülkenin temel sorunlarını çözemediği gibi daha da ağırlaşmasına ve her alanda dibe vurmasına neden oldu.
Otoriter rejimlerde seçimler eşit, adil ve özgür şartlarda gerçekleşmez. Genel olarak demokrasinin rafa kaldırıldığı, özgürlüklerin sınırlandırıldığı, iktidarın medyayı kontrol altında tuttuğu, muhalefetin medyaya erişiminin adil olmadığı, zaman zaman hukuk dışına çıkıldığı, baskı altında kimi muhalif liderlerin şiddete maruz kaldığı hatta hapse atıldığı zor koşullarda gerçekleşir.
Bizdeki seçimler de benzer koşullarda gerçekleşmiştir. Seçim sürecinde iktidarın kontrol altında tuttuğu medya, adeta iktidarın bir sopasına dönüşmüştür. Medya üzerinden yapılan kara propagandalarla muhalefet itibarsızlaştırılıp terörize edilirken ülke halkları yalan bombardımanına tutulmuştur. İktidar güçleri tarafından baskı ve sandık hileleri ile seçim sonuçları manipüle edilmiştir. Ayrıca anayasa gereği görevlerinden ayrılması gereken bakanların hiçbiri seçim süresince istifa etmemiştir. Tüm bunlar seçimlerin meşruluğuna gölge düşürmüştür.
Demokratik ve eşit olmayan koşullarda gerçekleştirilen bu seçimlerde iktidar din, milliyetçilik ve terör üçlüsü üzerinden türlü yöntemlerle toplumu baskı altına alarak, korkutarak yanında tutmayı başarmış ve bu politikalarla işsizliğin de, yoksulluğun da üstünü örtmüştür.
Bu ceberut rejimden kurtulmak ortaklaşılan bir hedefti. Ne yazık ki sosyalist solun da destek verdiği burjuva muhalefet ittifakı tek adam rejimini seçim yoluyla yenilgiye uğratıp tasfiye etmeyi başaramadı. Amaçlanan düzenin restorasyonu başka bahara kaldı.
Seçim sonuçları bir yana, tek adam rejiminin ülkede her alanda yarattığı tahribata vE yıkıma rağmen kitlelerin iktidarın yanında yer alması sadece bunlarla açıklanamaz. Burada “her şey kontrolümüz altında, iyi bir sistem kurduk, sandık başlarında yüzbinlerce görevlimiz var” diyerek 17 bin sandığa erişemediklerini itiraf eden burjuva muhalefetinin (Millet İttifakı ve CHP yöneticilerinin) hiç mi suçu yok? Türkiye tarihinin en gerici iktidarı karşısında sağ politikaları taklit ederek milliyetçilik yarışına giren Kılıçdaroğlu’nun hiç mi suçu yok?
Ayrıca Millet İttifakı’nı oluşturan burjuva partilerin güçlendirilmiş parlamento hülyaları, Cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu’nun sürekli sokağa çıkmayın uyarısı ve tek adam rejimine karşı mücadeleyi sandığa indirgeyen anlayışı ne yazık ki toplumsal muhalefetin güçlenmesini olumsuz yönde etkilemiştir.
Daha pek çok şey söylenebilir. Asıl olan tüm bunların sorgulanmasıdır. Herkes değişim istiyor ama kimse kendini değiştirmek istemiyor. Değiştirmeye ilk önce kendimizden, çevremizden, iş yerimizden başlamalıyız.
Halkı suçlamak da çözüm değildir. Kitleler de aslında konumlandıkları yerden rahatsız. Temel sorun iktidarın politikalarını kıracak, kitlelerde var olan hoşnutsuzluğu açığa çıkarıp örgütleyecek ve onları tek adam rejiminden koparacak bir muhalefetin, bir iradenin olmayışıdır.
Kapitalist ekonomiler krize girdiğinde genellikle ülkede yatırımlar durur, işsizlik tavan yapar. Yoksul daha da yoksullaşır. Krizden çıkmak için ise, ülkenin yoksulları üzerine oyunlar oynanır. Bugün yaşadığımız da budur.
Erdoğan seçim öncesi Mehmet Şimşek’i yanında istemiş ama sürekli ret cevabı almıştı. Peki, seçimden sonra ne oldu? Hangi referanslar onu Erdoğan’a yöneltti?
Mehmet Şimşek uluslararası sermayenin referanslarıyla geldi. Peki, buradan varılacak sonuç nedir? Sonuç, Erdoğan’ın ABD, AB ve İngiliz emperyalizmine apaçık teslim olduğudur. Yani Mehmet Şimşek yabancı sermayenin ülkemizdeki temsilcisidir. Onların gayrimenkul ve sermayelerinin koruyucusu olarak atanmıştır. Şimşek, 21 yıllık yağma ve rant düzenine şeffaflık, uluslararası normlara uygunluk gibi konularla ayar vermeye çalışacak. Yani burjuva ekonomik düzeni terbiye edilecek.
Çok yakında Mehmet Şimşek tarafından bir ekonomik program hazırlanacak. Bu program sermaye çevrelerince onaylanıp iktidar tarafından uygulamaya konulacaktır. Bir acı reçete, kemer sıkma politikası zorla halka dayatılacaktır.
Asıl olan kamucu düzenlemeler içermeyen bu politikalara ne kadar hazır olduğumuzdur.
28 Haziran seçimleri “faşizmin kurumsallaştığı otoriter rejimle mi, burjuva parlamenter sistemiyle mi yönetilmek istiyorsunuz” konusunda bir halk oylamasıydı. Kazananı Erdoğan’la bütünleşmiş Cumhuriyet tarihinin en gerici ittifakı oldu. Şimdi saldırı politikalarını çok daha ağır biçimde hissedeceğimiz bir sürece girdik. Bunun önünde barikat oluşturacak bir örgütlülüğe, önderliğe acil ihtiyaç var. Böyle bir süreçte toplumsal muhalefet, şimdiden yerel seçimleri gösterip sandığı işaret eden burjuva muhalefetinin insafına ve yönlendirmesine bırakılmamalıdır.
Yenilginin muhasebesi yapılmalı, her politik çevre tarafından mutlaka tartışılmalı ve dersler çıkarılmalıdır. Yeni bir gezi beklemeksizin emekten, barıştan, demokrasiden, adaletten, eşitlikten ve özgürlükten yana olanlarla yeni bir yol haritasında buluşulmalıdır. Şimdi mücadele zamanıdır!