Hep düşünürüm Türkiye’deki tarihi zenginlikleri… Her köşesinde zengin bir tarih barındıran bir coğrafyada yaşıyoruz.

Türkiye’nin dört bir yanı, binlerce yıllık medeniyetlerin izlerini taşıyan tarihi yapılarla dolu. Ancak, bu eşsiz miras ne kadar korunuyor, ya da daha doğru bir deyişle, biz bu mirasa ne kadar sahip çıkabiliyoruz? Bu soruyu sormanın zamanı geldi de geçiyor bile.

İlk örneği İstanbul’dan vereyim daha anlaşır olması için... Sultanahmet Meydanı, Ayasofya, Topkapı Sarayı... Hepsi gözümüzün önünde parlayan yıldızlar gel gelelim, bu değerlerin yanında, köşede kalmış nice eserler var ki maalesef ilgisizlikten yok olmak üzere. Mesela, Süleymaniye Camii'nin etrafındaki eski yapılar yavaş yavaş harabe haline geliyor. Yanı başında modern yapılar yükselirken, tarihin izleri silinmeye yüz tutuyor. Oysa ki bu yapılar sadece taş ve harçtan ibaret değil, içinde bulunduğu dönemlerin kültürünü, yaşam tarzını ve sanat anlayışını yansıtıyor.

Bir başka örnekse Antalya’daki Aspendos Antik Tiyatrosu. Her yıl binlerce turisti ağırlıyor, tarihi büyüsüyle insanları etkiliyor. Konserler veriliyor ancak ve ancak bu yapı da yıllar içinde ciddi aşınmaya uğradı. Yapılan onarımlar tartışmalı; bazı uzmanlar “koruma” adı altında yapılan müdahalelerin aslında zarar verdiğini söylüyor. Tarihi eserlerimizi koruma işini "biraz makyaj yaparız, düzelir" mantığıyla yaparsak, gelecek nesillere ne bırakacağız? Yıkık dökük yapılar mı?

Bergama Akropolü’nden de bahsetmek lazım birazda. UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde yer alıyor, ama ne kadar korunuyor? Etrafında büyüyen yerleşim yerleri, tarihi yapıya zarar veriyor. Zaman zaman tarihi eserlerin bulunduğu alanlar, kazanç getirecek yatırımlara kurban ediliyor. Oysa ki Bergama, yalnızca bir bölgenin değil, tüm insanlığın mirası…

Birkaç yıldır Kaz Dağları’nda yapılan altın arama çalışmaları da akıllardan çıkmamalı tabii ki de. Ormanları ve doğal güzellikleri kadar, antik dönemden kalma izler de bu bölgede. Ancak maden arama faaliyetleri hem doğayı hem de tarihi tehdit ediyor. Kaz Dağları, mitolojinin kalbinin attığı bir yerken, bugün maalesef ranta kurban gitmek üzere.

Peki, çözüm ne? İlk olarak, bu konuda daha bilinçli olmamız lazım. Tarihi eser sadece turist çekecek bir objeden ibaret değil. Onlar, bizi geçmişimize bağlayan köprüler. Hem devlet hem de vatandaş olarak sahip çıkmamız gerekiyor. Yasal düzenlemelerin uygulanması, kültürel mirasın korunması için yerel yönetimlerin ve STK'ların iş birliği önemli. Ama en önemlisi biz bireyleriz. Bir taş parçası bile olsa, ona gösterdiğimiz saygı ve özen, tarihe ve geleceğe verdiğimiz değeri yansıtır.

Unutmayalım ki geçmişi olmayanın geleceği de olmaz…