Antalya, her geçen gün betona boğuluyor. Bir zamanlar yemyeşil parkları, bahçeleri ve gölgesinde serinlenebilen ağaçlarıyla ünlü olan şehir, şimdi gri blokların gölgesinde soluk alıp vermeye çalışıyor.

Eskiden her sokakta portakal çiçeklerinin kokusu hissedilirdi, şimdi ise inşaat tozunun ve egzoz dumanının ağır havası hâkim. Şehrin yeniden nefes alması, yeşermesi gerekiyor.

Kentsel dönüşüm şart ama doğru şekilde. Beton yığınlarını yıkıp yerine daha yüksek betonlar dikmekle bu iş çözülmez. Kentin kimliğini koruyarak, doğayla barışık, nefes aldıran bir dönüşüm lazım. Daha fazla park, daha fazla yeşil alan, daha fazla nefes alacak bir Antalya! Ancak gelin görün ki, kentsel dönüşüm denince bazı müteahhitlerin aklına sadece “kaç kat daha fazla bina yapabiliriz?” sorusu geliyor.

Şehir planlaması bir ticaret aracı değil, halkın sağlıklı yaşam hakkını koruyan bir bilimdir. Ancak bizde planlama, rantın hizmetine sunulmuş durumda. Bir binayı yıkıp yerine üç katı büyüklüğünde, yeşil alan bırakmadan yeni bir bina dikiyorsanız, buna dönüşüm değil, şehrin tabutunu çakmak denir. Antalya’nın eski mahalleleri plansızca yıkılıyor, yerine soğuk, ruhsuz betonlar dikiliyor.

Eskiden Antalya’da yaşayanlar, bahçelerinde limon, zeytin, dut ağaçları olan evlerde büyüdüler. Şimdi bu mahalleler beton mezarlıklara dönüştü. Çocuklar artık sokakta değil, apartman boşluklarında oynuyor. İnsanlar balkona bile çıkmadan, klima gürültüsüne mahkûm, camın ardında beton izliyor. Bu mu şehirleşme?

Deprem bahanesiyle yapılan dönüşümün amacı güvenli yapılar yapmak olmalı, daha fazla para hırsı değil. Evet, Antalya fay hattı üzerinde ve eski binalar riskli olabilir ama bunun çözümü çılgın yükseklikteki gökdelenleri dikmek değil. Şehirde yatay mimari, geniş yeşil alanlar ve çevre dengeyi koruyan projeler hayata geçirilmeli.

Bir zamanlar denize sıfır, manzaralı olan mahalleler, şimdi gökdelenlerin gölgesinde. İnsanlar sabah perdelerini açtığında, güneş yerine gri bir duvar görüyor. Antalya’nın güzelliği, doğal dokusunda saklıydı. Şimdi bu doku hızla siliniyor. Böyle giderse, elimizde ne doğa kalacak ne de yaşanacak bir şehir.

Kentsel dönüşüm doğayla savaşarak değil, doğayla barışarak yapılmalı. Eski mahalleleri yok edip yerine soğuk siteler dikmek yerine, eski yapıların onarıldığı, yeşilin korunduğu, insanı merkeze alan projeler geliştirilmeli. Bir şehri yaşanabilir kılan sadece binaları değil, onun ruhudur. Ve Antalya, ruhunu kaybediyor.

Antalya’nın yeniden yeşermesi gerekiyor. Eskiden olduğu gibi portakal bahçeleriyle, gölgeli sokaklarıyla, serin meydanlarıyla anılmalı. Belediye ve şehir plancıları, ranttan çok halkın yaşam kalitesini düşünmeli. Bir şehri değerli yapan onun metrekaresi değil, o şehrin içinde nefes alabilmektir.

Bugün kentsel dönüşüm adı altında yapılanlar, şehre ihanet gibi. Birileri kazanıyor, ama şehir kaybediyor. Şimdi el ele vermezsek, birkaç yıl içinde Antalya sadece betondan ibaret, ruhsuz bir kent olacak. Bugün karar vermek zorundayız. Antalya’yı bir rant kapısı olarak mı göreceğiz, yoksa doğasıyla, tarihiyle, insanıyla gerçek bir şehir olarak mı koruyacağız?

Şehirler insanlar içindir, beton kuleler için değil. Bir gün o kuleler yükseldikçe, içimizdeki Antalya sevgisi alçalırsa, işte o zaman gerçekten kaybederiz. Antalya’nın betona değil, yeşile ihtiyacı var. Daha fazla gecikmeden, bunu yüksek sesle söylemeliyiz.