“Düşlerinizi mandallayıp güneşe doğru asın, başkalarının hayatına yön verecektir.” Kasımın son günleriydi, canım ablamın Güven Hastanesinde bypass ameliyatının başarıyla sonuçlanmasının ardından gergin ve hüzünlü geçen üç gün geride kalmıştı. Ankara’nın serin ama insanı üşütmeyen havasında eşim ile birlikte kaldığımız ordu evinin botanik bahçesine doğru yürüdük. Renkli bir sonbahar sabahında etraf muhteşemdi. Sabah kahvaltısından önce bu güzel bahçeyi biraz adımladık. Ardıç, kayın, ahlat ve çam ağaçları arasında harika bir bahçe. Doğanın bizlere sunduğu tüm güzellikleri taşıyordu. Kasımda rengarenk bir görsel şölen içerisindeki kızıla çalan iğneli yapraklı bir meşe ağacının altındaki masamıza oturduk. Bahçe oldukça büyük sessiz ve şirindi. Şehrin karmaşık kalabalığı ve ameliyatın ruhsal yorgunluğundan sonra burası çok iyi gelmişti. Nefes almak için kaçılabilecek muhteşem bir doğa harikasıydı. Farklı tasarımlar, eşsiz bitkileri oturduğum yerden gözlemleyebiliyordum. Ortalık sakindi, birkaç aile içerde kahvatılarını yaparken bu güzel bahçede bizden başka kimseler yoktu. Yanımızdaki küçük gölde ördekler, su kaplumbağası çevrede minyatür bitkiler ve yaprakları kızıl, sarı, turuncuya boyanmış ağaçlar. Kahvaltımız gelmişti, bir fincan çay avuçlarımı yakıyordu. Bahçenin yol kenarına doğru uzanan sarılara bürünmüş bir ağacın silkelendiğini gördüm. Merakımı yenemeyerek masadan kalkarak oraya doğru yürüdüm. Zayıfça bir asker, ağacın başına çıkmış olanca kuvvetiyle ağacı silkelemeye devam ediyordu. Şaşkın şaşkın bakmaya başladım. O güzelim ağacın sarılı kırmızılı yaprakları bir bir dalından koparak çimlerin üstünü örtüyordu. Diğer askerlerde yaprakları süpürerek toplamaya çalışıyorlardı. Şaşkınlığım devam ediyordu. Askerlere dönerek. Siz ne yapıyorsunuz. Diye seslendim. Beni yanlarında görünce onlarda şaşırmışlardı. Komutanım ağaçların yapraklarını dökmeye çalışıyoruz, her sabah düşen yaprakları temizlemekten bıktık. Şaşkınlığım iyice artmıştı. Nasıl olsa zamanla kendiliğin den düşecek, gününden önce niye yapıyorsunuz. Şu muhteşem güzelliği öldürdüğünüzün farkında mısınız? Bu harika görüntüyü karartmaya hakkınız var mı? Dedim. Askerler silkelemeyi bırakmış şaşkın gözlerle benim gösterdiğim bu tepkimi anlamaya çalışıyorlardı. Sizin üzerinizden başkaları elbiselerinizi zorla çıkararak sizi çıplak bıraksa ne yaparsınız. Onların üzerinden o muhteşem örtüyü neden çekip almaya çalışıyorsunuz. Dediğimde iyice şaşırmışlardı. Onların o halleri beni gülme krizine soktu, gülmem devam ediyordum. Hem de söylenerek gülüyordum. Demek yapraklarını dökmesi için ha! Gülüyordum. Geçen hüzünlü ve stres dolu günlerden sonra bir sinir boşalması içimdeki duyguların boşalması gibi gülmeye devam ediyordum. Ama öyle böyle gülme değil! Benim halim askerleri de etkilemişti. Onlar da yavaş yavaş gülmeye başlamışlardı. Artık hep birlikte koro halinde gülüyorduk. Gözlerimizden yaşlar gelinceye dek gülüyorduk. (Alıntı)