Samime Hanım, kanepeye oturmuş, sarı siperli lambanın ışığında gazete okuyordu. Masanın üstünde ufak saatin gizli tıkırtısı, köşede yanan sobanın derin çıtırtısı bu odaya ölgün bir ruh veriyordu. Usulca kapı açıldı. İçeriye kuyruğunu kaldırarak, kapının pervazına, minderin ucuna sürünerek bir kedi girdi. Sobanın yanındaki şiltenin üstüne çıktı, kıvrıldı… Çocukluğumdan beri duyduğum, gördüğüm, okuduğum: Boğuşmak, savaşmak, vuruşmak! Her taraf nefret ve kan! Her taraf kin ve ateş. Niçin? Niçin memlekete bir siyah bulut çöküp, tabiat bütün felaketlerinin birden matemini tutmuyor? Bu hüznün sükûtu içinde olsun ruhunu dinlendirmiyor ve acılarını doya doya tatmıyor? Ayşe usulca kalktı, odasına çekildi. Yatağın kenarına oturdu. Babasının ruhuna tekrar bir Fatiha’cık hediye etti. Yorganını çekti. Acıyan, yanan göz kapaklarına, biçarelerin biricik teselliyetkârı olan uyku bile yaklaşmıyordu. Sabaha karşı dalmıştı. Rüyasında, mavi göğün kenarında, beyaz bir melek indi. Bu melek “ben aşk’ım” dedi. Ayşe’yi kanatları altına aldı. Dağları aştı, denizleri geçti. Trablusgarp’a götürdü. Çölün ortasına bıraktı, uçtu gitti. Ayşe şimdi, şeffaf bir geceye bürünmüş azametli bir sükût içinde yalnız kalmıştı. Gökte binlerce yıldız parıldayan gözlerini kırpıyordu. Ayşe sahranın ortasındaki hurma ağaçlarının arasına girdi. Kuyunun başında testisini dolduran bir Arap çocuğuna yalvardı. İki dakika geçmemişti ki babası ile Tosun koşarak geldiler. Babası “işte nişanlın” dedi ve kızını alnından öptü. Bu esnada şafak sökmeye ve gök ağarmaya başlamıştı. Hurma ağaçlarının arkasından muharebe meydanı bütün korkunçluğuyla gözüküyordu. Bir ağacın dibinde parçalanan göğsünden dökülen kandan, bornusu al bayrağa dönmüş bir Arap mücahidi, beride bağırsakları kumlar üstünde sürünen birçok şehitler onların yanında bir kafa, bir bacak ortada boyunlarını, ayaklarını uzatmış iki üç hayvan lâşesi. Ayşe bu levhanın dehşetiyle titrerken Tosun’un ellerini sıkı sıkıya tutuyordu. Bu anda birbiri arkasından derinden duyulan boru çığlıkları geniş sahrayı çınlattı. Tosun gülümsedi. Uzaktaki kulübelerden, çadırlardan, kumların arkasından binlerce mücahit birden fırlayıverdiler. Şimdi zavallı kızın başının üstünden, kulakları kemiren bir çatırdı, gürültü ile nereden geldiğini anlayamadığı bir gülle yağmurudur başladı. Tam bu sırada idi ki mücahitlerin ortasından başı yükselen iri cüsseli bir zabitin kalın sesi kükredi. Beynine hücum eden bu düşüncelerin kendi haline nispeten büyüklüğü ile dizleri titriyor, yüreği çarpıyordu. Bu işi beceremeyecekti. Padişahın karşısında düşecek ölecek, eriyiverecekti. Ya Hünkâr Tosun’una gazap ederse ve Tosun: “Ayşe hile etti Ayşe yalan söyledi. Ben burada, yurdum için, Padişahım için ölmeğe ahdettim.” derse zavallı kız bunları düşünürken bittikçe bitiyordu. Samime Hanım’ın her gece okuduğu romanının, saf dimağına tesiriyle icat eylediği hayallere aldanmıştı. Şimdi hakikatin çetinliği karşısında yapacağını şaşırdı. Düşündü düşündü. Nihayet damarlarındaki Türk kanı birden kaynadı, “Kim bilir Allah büyüktür!” dedi. Ve bu defa kalp kuvvetiyle yürümeye başladı. Lakin Saray civarının havasında duyduğu rayiha-i mehabet, yüksek duvarlarından uçan sükûn-u azamet Ayşeciğin yine cesaretini kırdı sinirlerini titretmişti, gözlerinden sıcak yaşlar döküyor, kalbi göğsünü parçalayacak mertebe çarpıyordu. Duvarlara sürüne sürüne gölge gibi ilerledi. Nemli gözlerinin teveccüh edeceği bir mihrap, çırpınan ruhunun uçup konacağı bir pencere, bir kafes arıyordu. Ayşe aldanmıştı, bir örnek elbise giyen her nefer yekdiğerini andırırdı. Zavallı kız bu sırada Tosun’un hayalini görmüştü. Hemen bir polisi ve oradan geçenlerden birkaç kişi Ayşe’yi ayılttılar. Kendisine gelince etrafına bakındı. Elinden düşen menekşelerin çamurların içinde ezildiğini gördü. İpek kâğıdından beyaz kefenleri içinde cansız yatan bu mor çiçeklerin mini mini naaşları üstünde bir mezar taşı hüznüyle dimdik dondu, kaldı. O dakika Tosun’un rüyadaki, “ben şehit olmamışsam çiçekleri mutlaka vereceksin” sözleri yıldırım gibi beynini yaktı, “demek ki bitti, o da bitti” dedi ve ağlayan gözlerini matem rengindeki peçesinin bulutu altında sakladı.