Kış, adanın sahillerine lodoslarla beraber gelirdi. Kocayemiş ağaçlarının çamlarla birleştiği adanın lodos tarafında, hiçbir ev yok­ tur. Orada kocaman vahşi kayalar, tuhaf kuşlar ve derin uçurumlar vardır. Kalpazanlar Kayası’nın üstünden lodos aştığı zaman, adanın poyraz tarafındaki evlerinde sessiz bir hayat başlardı. Göçler gitmiş olurdu. Banyolar sökülmüş köşkler küskün ve hayatsız dururdu. Küçük sandallar yer yer karaya çekilmiş bulunurdu. İşte balık zamanı bu zamandı. Kocaman gır gır kayıkları sahile başvururlar, torik ve pala­mut adanın etrafında bütün gün döner dolaşırdı. Kocaman kayıklar, kocaman bir şehre durmadan balık götürür, adaya para pul, bir iki çu­val un, birkaç kilo et getirirlerdi. O sene kış ne kadar fazla olmuşsa ba­lık da o nisbette az çıkmıştı. Balığın az, kışın çok olması günah çıkar­tan papazı bile düşündürürdü. Stelyanos sabahtan beri çaparı hazırlıyordu. Tamir ettiği ağlar çoktan bozulmuş, yazın hazırladığı oltalar kopmuş, kayığın boyaları dökülmüş, evin içi çoktan karmakarışık olmuştu. Bu sene balık yoktu. Bu seneki göçler evvelki senekiler gibi bol keseden para harcamamış­lardı. Balığı bile başka balıkçıdan almışlardı. Beş para faydalarını gör­memişti. Trifon, kışa girerken hastalanmıştı. Köyde ilaç pahalıydı. Şehre in­mek bir meseleydi. Trifon gerçi mektebe gitmiyordu. Ama kendi ken­dine çalışıyordu. Kitap, defter bile epey para tutmuştu. Stelyanos ya­rın balığa gidecekti. Çaparının hindi tüylerini düzeltiyor kopmuş, çürümüş misinaları tamir ediyor, paslı iğneleri değiştiriyordu. Bir bol balık olsaydı yarın da biraz gazyağı, bir parça şeker, Trifon’a bir pan­tolon, bir yün yelek, kendisine bir kasket alabilseydi. Evin içini biraz düzeltse, şehirden Trifon’a bir iki küçük hediyecik getirseydi. Bir de­nizci hikayesi kitabı satın alsaydı. Bir kocaman gemi resmi bulup Tri­fon’un yattığı küçücük odaya çivileseydi. Stelyanos canavar görüp görmediğini kendi kendisine sorduğu zaman düşünür kalırdı. Fakat başkaları sorunca o kadar canavar hika­yeleri ile dolu idi ki, o kadar gece yarıları, denizin karanlık, fosforlu yü­zünden hışımla kocaman hayvanlar geçtiğini görmüştü ki… Hikayeler­le hakikatleri karıştırır, muhayyilesinde ve hafızasında yaşayan mah­lukları, denizlerde yaşamış hayvanlar gibi bulup çıkarı verirdi. Yukarı ki iki odasında göçlerin oturduğu, sarı maden toprağı sı­valı küçük evin sahibi Stelyanos Hrisopulos, aşağıda zeminden üç merdivenle inilen bir odada balık ağlarını örmekle meşguldü. Kü­çük odanın tavanı insan boyundan yüksek olmasına rağmen, insanı eğilmeye mecbur bırakan bir karanlık kilise önlerinde, deniz kenar­larında, balık ağlarının arasında, sandalın içinde çıkmış sarı alami­nüt fotoğrafları hayal meyal fark ettirdi. Bu fotoğraflara baktıkça, Hrisopulos ailesinin büyük kızını bir kraliçe tavrıyla sandalda çe­kerken, küçük Trifon’u berrak dişleriyle gülerken görür bütün çir­kinlikleri silip süpüren alacakaranlığı seviverirdi. Hrisopulos ailesi bütün ölüleri ve iki tek canlısıyla güzel bir aileydi. Küçük Trifon’u düşünen büyükbaba gülmez olur mu? Hiçbir hare­ket bu gülüş kadar belirsiz ve ince değildir. Onun için kimse, üç yavru­sunu kaybetmiş bir insan diyemezdi. Bu gülen yüz, en bahtiyar insanla­rın yüzüydü. Belki bir hile düşünen hilekar da böyle gülerdi. Trifon banyoların kenarına hazırladığı, çocukların her gün bozdu­ğu kızağı da dokunulmamış bir halde buldu. Gemisini oraya yerleştirdi. Öndeki tahtayı çeker çekmez yağlanmış kızaktan gemi hızla kaydı, suya gömüldü. Hafif bir keşişleme esiyordu. Sicim gitgide boşanıyor, gemi hafif yana yatarak pupa gidiyordu. İşte o zaman soba borusundan yapılan top, küçük çaların içinden patladı. Geminin yanına isabet eden taş, ona biraz daha hız ver­miş, gemi büsbütün yan yatmış gidiyordu. Bir ikinci, bir üçüncü top patladı. Fakat isabet vaki olmadı. Trifon şaşırmış, gemiyi geri çek­meye imkan bulamamıştı. Üçüncü topun sesinden sonra Trifon büs­bütün şaşırmış, sicimi de elinden bırakmıştı. Hrisopulos gemisi alabildiğine koşuyordu. Bu sırada on altı çocuk, aralarında motorlu sandallara, altın yaldızlı güvertelerinde yalancı in­sanlar bulunan katralara sahip çocuklar da bulunan on altı çocuk, elle­rindeki ve ceplerindeki taşlarla beraber fırladılar. Stelyanos Hrisopulos gemisini batırdılar.