Kentleri çöplerinden tanırız. Ele verir çöpler kentleri ve insan neslinin zaaflarını. Çöplerimiz kadar zengin ya da çöplerimiz gibi yoksuluzdur.
Kimi zaman tüketmeden atarız bir şeyleri çöpe, kimi zamanda tam tüketemeden. Aslında hiç de eskimemiş eskilerimizi atarız bazen ya da bir türlü eskimeyenleri artık bıktığımız için.
Ve biz tüketemediklerimiz veya eskitemediklerimizle doldurdukça çöpleri çoğalır şehrin başka bir köşesinde çöp toplayıcı çocuklar. Fakat çöpler çoğaldığı için değildir onların çoğalmaları. Paylarına düşen çalındığı için çoğalır onlar ve aslında paylarına düşenden fazlasına sahip oldukları için tam tüketmeden ve tam eskitmeden atarlar birileri her şeyi çöpe.
Çöp toplayan çocukların yaşadığı semtlerinde şehirlerin çöpler de çocuklar gibi yoksuldur. Bu yüzden çöp kamyonlarının gelmeyişi ya da çöp işçilerin grevi kayda değer bir haber değildir oralarda. Çöp kamyonlarının payına fazla bir şey düşmez zaten bu semtlerde. Payları çalınmış çöplere mahkum edilmiş çocuklar ya atacak bir şey bulamazlar çöpe ya da atmaya kıyamazlar, çoğunu çöpten topladıkları şeyleri.
Kentlerden küçük kasabalara ve köylerde doğru gidildikçe çöp bidonları ve çöp kamyonları azalır. Çünkü buralarda insan ve tabiat tüketen ve tüketilen değil birbirini tamamlayandır nesnelerse ya insana ihtiyaç, ya toprağa gübre yada hayvana yemdir. Hatta çöp bile denmez buralarda. Onun yerine kabuk, artık, döküntü gibi sözcükler kullanılır. Ve en önemlisi şehirlerde çöpler bir imtiyaz göstergesi iken köylerde ve çöp toplayan çocukların semtlerinde ayıptır çöpe çöp atmak.
Çöplerinde boğulan ve çöp toplayıcı çocukları çoğalan kentlerimiz var. Çöplerinde boğulanlar ve çöpler gibi çoğalan çöp toplayıcı çocuklar aynı kaderi paylaşıyor aslında. Böyle giderse, kısa bir zaman sonra ne çöpe atacak kadar çok şey olacak bazılarının ne de toplayacak çöpleri olacak çocukların. Sahi o zaman, o devasa kentlerimiz, otoyollarımız, arabalarımız, küçük birer sarayı andıran mutantan evlerimiz ne işe yarayacak?