Antalya’da tarım ve turizmin iç içe geçmiş bir hikâyesi var. Yıllardır Akdeniz’in incisi olarak anılan bu güzel şehir, hem otellerin hem de tarımın kucağında büyüyor.
Her yıl milyonlarca turist, denizin, güneşin ve lüks otellerin tadını çıkarırken, bir yanda da tarlalarda alın teri döken çiftçiler var. Otellerin ihtişamlı dünyası, tarımın mütevazı fakat hayatın gerçek yüzüyle dolu dünyasıyla bir tezat oluşturuyor.
Otellerde kalırken sabah kahvaltılarında yerel zeytinler, domatesler, portakal suyu ikram ediliyor. Peki, bu ürünlerin nasıl bir emeğin ürünü olduğunu hiç düşündünüz mü? Antalya’da bir çiftçi, yazın kavurucu sıcağında sulama yaparken, turistlerin su dolu havuzlara dalış yaptığını görebiliyor. Onlar için su bir serinlik, rahatlama unsuru. Ama çiftçi için su, hayat demek. Kuraklık her geçen yıl daha da büyüyen bir tehdit haline geliyor. Yer altı su kaynakları hızla tükeniyor, yağışlar azalıyor. Bu durum, Antalya’nın bereketli toprakları için kara bir bulut gibi.
Antalya otelleri turizm gelirlerinde ülkenin bel kemiği olabilir, ancak aynı topraklarda yetişen ürünler de soframızın bel kemiği. Narenciye bahçeleri, seralar ve tarlalar, lüks otel lobilerinden çok uzakta olsalar da, Antalya’nın ruhunu temsil ediyorlar.
Bir yandan turizm büyüyor, oteller çoğalıyor, ama tarım alanları daralıyor. Betonlaşma tarım arazilerini tehdit ediyor. Kısa vadede büyük kar getiren oteller, uzun vadede acaba bu güzel şehrin doğal zenginliklerini tüketiyor mu? Sorulması gereken soru bu.
Antalya’da yaşayan insanlar için bir denge bulmak şart. Hem turizmi hem tarımı bir arada yürütmek, geleceğe daha sağlıklı bir Antalya bırakmanın anahtarı olabilir. Otellerin misafirlerine sunduğu her lezzetli domates, her zeytin, bu topraklardan gelen bir hikâyeyi anlatıyor. Eğer bu hikâyeye kulak vermezsek, Antalya sadece tatil anılarıyla değil, kaybolmuş topraklarıyla da hatırlanabilir.
Antalya’nın doğasıyla barışık bir turizm anlayışı ve tarımı destekleyen politikalar, şehrin hem turizmde hem de tarımda varlığını sürdürebilmesi için gerekli. Çünkü Antalya, sadece otellerden ibaret değil; onun gerçek ruhu, topraklarında, denizinde ve emekle dolu ellerde gizli.