Sokağa çıkarken eskiden hissetmediğim bir tedirginlik duyuyorum. Gündüz bile çevremizi kontrol etme ihtiyacı hissederken, akşamları daha dikkatli adımlar atıyorum artık. Çünkü neredeyse her gün yeni bir olay duyuyor, görüyor ya da bizzat yaşıyoruz. Sokaklar artık eskisi kadar güvenli değil.

Herkesin anlatacak bir öyküsü var. Yolda yürürken laf atanlar, toplu taşımada rahatsız edenler, markette, kafede, sırada beklerken bile saygısız davrananlar… Hele bir de kadınsanız ya da savunmasız görünüyorsanız, işler daha da zorlaşıyor. "Burada tek başıma yürüyebilir miyim? Başım belaya girer mi?" gibi sorular ister istemez aklınıza geliyor.

Birçoğumuz sokakta başımıza bir şey gelmemesi için belirli taktikler geliştirdik. Karanlıkta tenha yerlerden uzak duranlardanım. Bazen telefonla konuşuyor gibi yaparak yürüyorum. Bunlar normalleşmemeli artık. Güvende hissetmek için bu kadar dikkatli olmak zorunda kalmamalıyız.

Eskiden de sorunlar vardı, ama bu kadar göz önünde miydi? İnsanlar birbirine karşı daha mı saygılıydı? Yoksa biz mi artık daha farkında ve duyarlıyız? Teknolojinin ve sosyal medyanın etkisiyle belki de her şey daha görünür hale geldi. Ama sebebi ne olursa olsun, yaşadıklarımız can sıkıcı ve düşündürücü.

Bazen "Polis sayısı artırılsın, daha çok güvenlik kamerası olsun" gibi çözümler öneriliyor. Ama güvenli bir toplum sadece polisle sağlanamaz. Esas mesele, insanların birbirine karşı duyduğu sorumluluk ve saygıdır. Eğer toplumda şiddet, tahammülsüzlük ve saygısızlık yaygınsa, sokaklar hiçbir zaman tam anlamıyla güvenli olamaz.

Bunun en büyük nedenlerinden biri de cezaların caydırıcı olmaması. Birini rahatsız eden, taciz eden ya da fiziksel saldırıda bulunan kişiler çoğu zaman hak ettikleri cezayı almıyor. Bu da suçluların cesaretlenmesine, mağdurların ise sessiz kalmasına neden oluyor. "Bir şey değişmez" düşüncesi, adalet duygusunu zedeliyor.

Bir diğer sorun ise insanların olaylara kayıtsız kalması. Çoğumuz birinin rahatsız edildiğini, tacize uğradığını ya da tartışmaya maruz kaldığını gördüğümüzde müdahale etmek yerine uzaklaşıyoruz. Korkuyoruz, "Bana ne" diyoruz, başımıza iş almak istemiyoruz. Ama unutmamak gerek: Bugün sessiz kaldığımız bir olay, yarın bizim başımıza gelebilir.

Toplum olarak birbirimize sahip çıkmadığımız sürece bu sorunlar devam edecek. En azından gördüğümüz haksızlıklara tepki göstermek, yanımızdaki insana destek olmak, en temel insani görevimiz. Empati yapmalıyız. Eğer bir gün kendimizi o mağdurun yerine koyarsak, belki de nasıl bir destek beklediğini daha iyi anlarız.

Bir yandan da çocuklarımızı, gençlerimizi bu bilinçle yetiştirmeliyiz. Saygıyı, sınırları, karşı tarafın duygularını da öğretmeliyiz. Toplumun küçük birer parçaları olan bireyler olarak biz değişmeden, büyük tablo da değişmez. Güvende hissetmek bir lüks değil, en temel hakkımız.

Medya da bu konuda sorumluluk taşıyor. Şiddeti normalleştiren, suçluyu acındırıcı haberler ve diziler yerine, toplumu bilinçlendiren içeriklere daha fazla yer verilmeli. Sorunun sadece bireysel değil, toplumsal olduğunu unutmamalıyız.

Sorun büyük ve çözümü de sadece bireysel tedbirlerle sınırlı değil. Daha bilinçli bir toplum, daha caydırıcı yasalar ve daha duyarlı insanlar olmadan sokaklarda tam anlamıyla güvende hissedemeyiz. Hepimiz elimizden geleni yaparsak, en azından bir şeyleri değiştirmek için bir adım atmış oluruz gibime geliyor da bakalım sonumuz ne olacak?

Sokaklar bizim. Korkarak değil, özgürce yürümek istiyoruz. Ve bunu sağlamak için hep birlikte mücadele etmeliyiz.