Ah ah nerede o eskiler? Eski Türk filmlerinin tadı bir başkaydı. Siyah-beyaz ekranda, dublaj yapılmış sesler, içimizi ısıtan o naiflik, samimiyet ve saf duygularla dolu sahneler, sanki birer anı gibi aklımızda yer etti.

Şimdiki filmler mi? Teknoloji aldı başını gitti, efektler, renkler, dev prodüksiyonlar... Ama o eski tat yok. O filmlerde ne vardı biliyor musunuz? Doğallık.

Örneğin, Zeki Müren’in bir bakışı, Türkan Şoray’ın bir gözyaşı, Münir Özkul’un sıcak babacan tavırları... O karakterler sanki gerçekten bizim bir parçamız gibiydi ve öyle hissederdik. Sokakta gördüğümüz amca, teyzeydi onlar bizim için… Her şey o kadar samimi, o kadar içten bir şekilde ekrana yansıyordu ki izlerken kendinizi hikayenin içinde buluyordunuz. Kısacası, hayatın tam ortasındaydılar ve orada kaldılar.

Bir de aşklar... Ah o eski Türk filmlerinin aşkları! Şimdi izlediğimiz dizilerde bir haftada evlenen karakterlerin tersine, o zamanlar aşk derin yaşanır, bakışlarda saklanır, bir tebessümle anlatılırdı. Mesela Kemal Sunal’ın Şaban’ı saf ve masum aşkını anlatırken, hissettiğimiz o içtenlik bugünkü yapımlarda ne yazık ki kaybolmuş gidiyor… Küfürlü filmlere denk gelmekten film bakamaz hale geldik.

Tabii o zamanın filmleri daha basit, daha küçük bütçelerle çekiliyordu. Belki de bu yüzden senaryolar, oyunculuklar, diyaloglar öylesine saf, öylesine dokunaklıydı. Sadece teknoloji değil, ruh olarak da daha masum bir dönemdi. İnsanlar daha fazla hayal kurar, daha fazla umut ederdi ancak şimdi işler değişti.

Bugüne bakınca ne görüyoruz? Elbette günümüz yapımları da iyi, kaliteli işler çıkarıyor. Ama o içtenlik? İşte orada durup bir kez daha düşünmek gerek. Eski Türk filmlerindeki o masumiyeti, o sıcaklığı yakalamak şimdilerde zor. Yine de, ara sıra eski bir Türk filmi açıp, o tatlı günlere dönmek güzel olmaz mı?

O filmler neden eskimiyor diye düşünüyor insan arada sonra yanıtı kendi kendine veriyor. O filmlerin içinde gerçeklik var, samimilik tüm film boyunca ilerliyor. Kemal Sunal’ı örnek vermiştim ya işte onun oynadığı tüm filmler yediden yetmişe izleniyor çünkü o halkın içinden gelmiş bir insan ve halka kendini yansıtıyor.

Keşke o samimiyet yeniden filmlerde olsa da ağız tadıyla izleyebilsek