Antalya... Deniziyle, güneşiyle, tarihiyle büyüleyen şehir. Her köşe başında denizin mavi davetini hissediyorsun.
Hele o sabahın ilk ışıklarında limana vardığınızda... Dalgaların hafif hafif kıyıya vurması, martıların cıvıltılarıyla birleşen huzur dolu bir melodi gibi. İşte böyle bir sabah, deniz yolculuğuna çıkmanın tam zamanı.
Tekneye adım atar atmaz yüzünüzü okşayan o hafif meltem, sanki kulağınıza "Hoş geldin" diyor. Denizle kucaklaşmanın tam vakti! Antalya’nın her limanı, her koyu ayrı bir hikâye anlatır. Eski Lara’dan Konyaaltı’na, Kaş’tan Kemer’e kadar her köşe ayrı bir cennet parçası.
Motorlar çalışıyor, tekne yavaşça kıyıdan uzaklaşıyor. Şehrin sesi azaldıkça dalgaların fısıltısı daha da netleşiyor. Denizin ortasında kendini bir masalın içinde buluyorsun. Kıyıdan uzaklaştıkça kale surlarının ihtişamı, falezlerin heybeti seni selamlıyor. Gözlerin mavilikte kaybolurken bir yandan hafif bir müzik eşlik ediyor; rüzgarın sesi, dalgaların ritmi.
Kimi zaman Akdeniz’in berrak sularında bir yüzme molası veriyorsun. Daldığın an suyun serinliği seni taptaze bir başlangıca taşıyor sanki. Balıklarla yüz yüze gelmek, yosunların arasında kendine bir dünya kurmak… İşte bu, denizin en güzel hali.
Sonra sıra tekneye geri dönmeye geliyor; ellerine bir bardak çay alıp gökyüzüne bakıyorsun. Martılar, tekneden atılan ekmek parçalarını kapmak için dans ediyor. Sanki bir deniz ressamının elinden çıkmış bir tablo, her şey o kadar gerçek, bir o kadar da hayal gibi.
Antalya’da deniz yolculuğu demek, günü kucaklamak demek. Anıları, sohbetleri, güneşi ve rüzgarı hafızana kazımak demek. Şehirden uzaklaşıp maviyle sarılmak, her kulaçta yeni bir huzur bulmak... Bir yolculuk bu; kendine, denize, hayata.
Antalya’da deniz sizi çağırıyor; duyuyor musunuz?