Gazeteye yazı gönderme zamanı yaklaştığında ‘bu hafta eğlenceli, esprili, bol kahkahalı bir yazı yazayım’ diyorum.

Gırgır tadında olsun. Aziz Nesin’i hatırlatsın. Bekir Coşkun gibi derinlikli nükteler barındırsın. Selahattin Duman gibi güldürsün. Nasrettin Hoca gibi hem güldürsün hem düşündürsün hem de öğretsin…

Nerdee!.. Ne kadar istesek de olmuyor işte. İçimizde bir yerlerde ‘ben de varım, unutmayın’ diye ikide bir parmak kaldıran ‘komedi’yi tokat manyağı yaparak susturan ‘trajedi’yle dolu olaylara maruz kalıyoruz sürekli. Yine bir yanlışlığı, bir liyakatsizliği ya da bir endişe kaynağını yazıp geçiyoruz.

Bugün hangi konuda yazsam diye düşünerek elimde çantalarla plajdan ayrılıyorum. Sol koltuk altımda (afedersiniz) biraz pişik olmuş. Çantanın biri sol elimde ve kolumu biraz dışa doğru kukla gibi açmışım. Merdivenlerin başında ufak tefek bir genç belirdi. Beni görünce sol koluma dik dik bakıp iki kolunu yengeç gibi yanlara açtı. Ben yürümeye çalışıyorum. Önümden çekilmiyor. Sola geçiyorum sola geçiyor. Sağa geçiyorum sağa… ‘N’oldu evladım, bir şey mi var?’ diyecek oldum. Yüzünü burnuma kadar yaklaştırırken ‘Posta mı koyuyon bize dayı?’ demesin mi? ‘Ne postası oğlum? Çekilsene önümden’ demeye kalmadı yakama yapıştı. Elimdeki çantayı sandalyeyi yere bırakıp kulaklarından tuttuğum gibi doğru duşların altına götürdüm. Biraz da sertçe bırakmış olacağım, döne döne duşların hepsini gezdi. Denize girmeden duşunu aldı, iyice serinledi.

Tabi benim işim gücüm var. Yengeçlerle uğraşamam. Çıktım tekrar çantaları aldım. Gidiyorum. Baktım kırklı yaşlarda irikıyım biri iki kolunu yanlara açmış, torpido gibi hızla bana doğru geliyor. İşin tuhafı o da yengeçe benziyor. Bana mı geliyor, arkamda başka biri mi var diye arkaya doğru döneyim dedim. Yana çekilmemle adam beni ıskalayıp korkuluklara bodoslama girdi. Yüzü gözü kan içinde kaldı.

Ben oradan uzaklaşmaya çalışırken koşa koşa gelip üstüme atıldı. Birlikte çimlere yuvarlandık. Ben artık elimdekileri bıraktım, adamla karakucak güreşiyorum. Ayağa kalkabilsem üç-dört kişiyi yerim. De bir türlü ayağa kalkamıyorum. Yuvarlanıyoruz çimlerin üzerinde. Parktaki çocukların kahkahaları arasında zorlu bir güreş maçı gibi. Birden duşların oraya bıraktığım küçük yengeç belirdi. Sağlı sollu yumruklar atıyor. Sanırsın Boğaz Köprüsünde Doğu Türkistanlı kadını yumrukluyor. Babası da kollarıyla mengene gibi sıkıyor beni. Sanki Maliye Bakanı halkın kemerini sıkıyor. Sonra bir kadın ortaya çıktı. Nereme gelirse terlik vuruyor, çimdikliyor. Hızla artan fiyatlar ve TÜİK’in her ayın üçünde açıkladığı enflasyon rakamları gibi canımı yakıyor.

İyice bunaldım. Benim hanım nerde kaldı, gelse de biraz yardım etse diye aklımdan geçti. Biraz önce hanımla sertçe tartışmıştık. Ama yine de kıyamaz, beni kurtarır diye düşünürken hanım elinde şemsiyenin demiriyle göründü. ‘Heeey bırakın kocamı!’, diyor. Şemsiyenin demirini savuruyor. Bir omzuma, bir bacağıma, bir koluma. Numaracı muhalefet partileri gibi bunlarla müttefik olmuş beni dövüyor. Tanımadığım biri de gelmiş tekme savuruyor aradan. Sanki Soma’daki yere düşmüş madenciye vurur gibi acımasız. ‘Sapık mı bu, tacizci mi?’ diye soruyor bir yandan da. Ama hiçbiri kaçak göçmen kılıklı birinin ellerini cebime sokması kadar zoruma gitmedi.

Biri kollarıyla sıkıyor, diğeri yumruk, tokat ne gelirse, çimdikler, terlik darbeleri… Hiç acımıyorlar. Kendimi Taksim yolunda biber gazı eşliğinde dayak yiyen işçiler gibi hissediyorum. Kuzey ormanlarını koruyan köylüler gibi hırpalanıyorum. Zafer meydanında cop yiyen atanamamış öğretmenler gibiyim.

‘İmdat polis yok mu?’ diye bağırıyorum. Bir polis kollarını göğsünde kavuşturmuş bizi izliyor. ‘Ya kurtarsana kardeşim, kaç kişi beni dövüyorlar, görmüyor musun?’  ‘Hele bir dur amca suçlu suçsuz belli olsun ondan sonra müdahale edeceğim’ diyor. Küçük çocukların maçını yöneten hakem gibi keyifli. Alnı çatıma inen anne terliği ile birden aklım başıma geliyor. Polis oğlum ben emekli emniyet müdürüyüm, kurtar beni diyorum. Polisin yüzündeki gülümseme büyüyor. ‘Onu zaten biliyoruz müdürüm, görevdeyken az ceza vermemiştin bize. Az dayan, birazdan müdahale edeceğiz olaya. Az çok belli oldu. Siz mağdur, onlar şüpheli gibi görünüyor.’ Yanında beliren komiser sertçe itiraz ediyor. ‘Hayır, müdür bey muhalifmiş, twit atmış, onu alacağız. Diğerleri adli kontrol şartıyla serbest.’

Herkes toplanmış bizi seyrediyor. O da ne?!. Polislerin dibinde yasa dışı bahis açmışlar para topluyorlar. Ruslar ve Almancılar para yatırıyor. Bizim Türkler bakıyor.

Baktım hem dayak yiyoruz, hem de haksızız; bir süper kahramana dönüşmeye karar verdim. Çok mağdur olunca böyle bir hakkın oluyormuş. Nereden duyduğumu hatırlamıyorum. Bütün kuvvetimi topladım ve üstümdeki dört beş kişiyi büyük bir sıçrayışla üzerimden attım. Öyle bir sıçramışım ki kendimi yerde buldum. Kan ter içinde yatağın kenarındaydım. Üşüyordum. Belli ki sonbahar gelmiş, camlar açık uyumayın dostlar. Sağlıcakla…