Her köşesi bir masal diyarını andıran Antalya, doğal güzellikleriyle kişinin yüreğine dokunuyor.
Burada doğanın her zerresi adeta başka bir dünyaya açılan kapı gibi… Gizemli, çekici ve keşfedilmeyi bekleyen bir yer. Antalya tam da hayalin gerçeğe dönüşmüş olduğu yer bana göre.
Denizin maviliği, sonsuz bir huzurun okyanusuna açılıyor. Güneşin batışı ise bir ressamın fırçasından çıkmış gibi, gökyüzü her akşam bir renk cümbüşüne bürünüyor. Bu manzaraya karşı oturup dalga seslerini dinlerken, insan zamanda kaybolduğunu hissediyor. Sanki o an sonsuz bir masalın kahramanıymış gibi…
Dağlar ise ayrı bir dünya… Toroslar Dağları’nın zirvelerine doğru çıktıkça, serin havayı içine çektiğinde, tüm dertlerini geride bırakıyorsun. Masalların o kadim kahramanları, belki de bu dağlarda nefes alıp veriyordu kim bilir? Yüzyılların hikâyelerini fısıldayan rüzgar, ağaçların dalların salladıkça kulağına hiç duymadığın ama bir o kadar da tanıdık gelen ezgiler çalınıyor.
Bir de o eski şehir var ya… Kaleiçi. Dar sokaklarında yürürken taşların arasında bir hikaye gizlemiş gibi… Her köşesinde bir anı, her evin kendisine ait bir sırrı vardır. Geçmişten günümüze bir iç içe geçiş var.
Antalya, sadece güzelliğiyle değil aynı zaman da ruhuyla büyülüyor. Burada zaman yavaş yavaş akıyor. Dünya daha yumuşak dönüyor sanki… Belki de o yüzden Antalya’ya yolu düşen bir daha kopamıyor. Çünkü burası yalnızca bir şehir değil, her anında yaşanan bir masal…
Masalın kahramanları ise biziz…