Sefertasına benzeyen, apartman denen ilkel yapının içinde çürüyor bedenlerimiz. Dört duvarın, kırılgan camla bütünleştiği, tavanla taban arasına sıkıştırılmış hayatlar…

Reklam şirketlerinde uzun yıllar çalıştığım için inşaat firmalarının o gereksiz sloganlarını hatırlıyorum. “Maviyle yeşilin eşsiz uyumu” diye diye önce bütün yeşilleri kestiler, kuşlar başka diyarlara kaçtı. Yağmurlar bizden uzaklaştı, mevsimler yok oldu. Toprağın üzerini sürekli yapışkan malzemelerle kapattılar, dünya nefes alamaz hale geldi. İnsan sadece kendisinin ve parasının hüküm sürdüğü bir dünyada yaşadığını düşünmeye ve hatta inanmaya başladı.

Dünya yaşıyor arkadaşlar ve hatta insan yüzünden ölmek üzere.

Hatırlıyor musunuz pandemi denen yaratılmış süreçte hava, denizler kendisini temizledi. Hiç inanmadığım o süreç sadece buna yaradı. Ama sonra her şey kaldığı yerden daha da çılgınca devam etti.

Geçenlerde apartmanı kim bulmuş ve bizi bu saçma sapan yapının içinde yaşamaya kim mecbur kılmış diye araştırmaya başladım. Çünkü deprem yaşamış biri olmanın yanı sıra, sefertası gibi yaşamayı seven biri değilim. Ve maalesef ülkemde istediğim gibi yaşama ve yerleşme hakkım olamadığından sadece sinirlenmekle ve bu süreci nasıl pozitife çevirebilirimle uğraşmak zorunda kalıyorum. Yemyeşil arazilerde insanca yaşamak varken neden üst üste yaşıyoruz gerçekten algılayamıyorum. Ve belki de hep bu yüzden köyleri bile gelişmiş olan Avrupa’nın köylerinde insan gibi yaşayabilmek istiyorum. Ama sadece istiyorum… Mümkün mü? Tabii ki hayır!

Araştırdım, araştırdıkça şaşırdım. Apartmanın çıkış noktası Antik Roma’ymış. Etrafı caddelerle çevrili çok katlı yapılar üretip adına da İnsula demişler. O tarihlerde amaç aynen günümüzde olduğu gibi alt katların alışveriş ve eğlence mekanı olarak kullanılması ve üst katların konaklama amaçlı olmasıymış. Yani tarihin ilk çok katlı binalarını yapan uygarlık Romalılar olmuşlar. Amaç kent boyutunun küçültülmesiymiş aslında. Daha kolay müdahale ve derli toplu bir görünüm istenirken gelinen nokta korkunç. Malzeme eksiğinin, hırsızlığın ve arsızlığın insan öldürdüğü zamanların apartmanları. Ve yine bir insan sayesinde yok olmak. Ahhh Romalılar ahhhhh

Wikipedia’nın bilgilendirmesine göre Türkiye’de ilk çok katlı bina 1920 yılında inşa edilmeye başlanmış. Harikzedegan Kat evleri olarak tarihe geçmiş. Harikzedegan yani Yangınzede ülkemizin ilk betonarme binasıymış. İstanbul’un Laleli semtinde 1922 yılında biten binanın Mimarı Kemaleddin Beyin tasarımı olan bina günümüzde ise otel olarak kullanılmaya devam ediyor. O kadar içinde olduğumuz bir konu ki araştırmaya ve birçok farklı bilgi bulmaya devam ettim. Mesela ilk apartman örnekleri Yemen’de bulunan 3000 yıllık evlermiş. Bu evler, o zamanın şartlarına göre bile 15 katlı imiş. Desenize 3000 yıl öncede insanda bir yer darlığı, dip dibe yaşama hastalığı varmış. İnanın anlayamıyorum.

Film izlemeyi sevenlerin çoğu eminim benim gibi filmin içindeki evleri, sokakları, ağaçları gökyüzünü özlemle seyrediyordur. Bahçeli evlerde yaşayan Avrupa ve Amerika halkından tek eksiğimiz sanırım apartmanda yaşamayı kültür zannetmemiz. Halbuki kaliteli uyku ve sakin hayatın anahtarı yeşilliklerin içindeki o huzurlu küçük evlerde. Ve bahçedeki mis gibi kokan çiçeklerde değil mi?

Yeğenim Burak bundan beş sene önce daha fazla dayanamayıp çekti gitti buralardan. Şimdi Filipinlerde yaşıyor. Yeşilliklerin içinde, mis gibi bir gökyüzünün altında yaşıyor. Evet fakir bir ülke ama doğasını katletmediği için şimdilik zengin bir ülke. Parasal fakirlik doğasal fakirlikten bin kat iyi bana göre. Arada bir uzun uzun konuştuğumuzda bana şöyle der “ burada fakirler müstakil evlerde oturuyor. Zenginlerse apartmanlarda… “Bende her seferinde eyvah eyvah kapitalizm çok yakında oradaki yeşili de yok edecek. Çünkü insanın zengin veya fakir olması doğaya entegre edilmiş der üzülüp dururum. Umarım doğa insana izin vermez ve yeşilliklerde huzurla yaşarlar.

Depremin üzerinden geçen zamanda insanlarımız yine evsiz, yine soğukta yaşıyor ve ümitsiz… Aynı gökyüzünün altında bir yerde evsiz kalanlar, bir yanda evlerinin kirasını ödeyemeyenler bir yandan yok olan hayatlar. Gerçekten anlaşılması çok zor olan zamanlardan geçiyoruz.

Aslında belediyelerimiz illerimizin arazilerinde bizlere yeşilliklerde insanca yaşanabilir evler yapsalar. Korkmadan ve huzurla yaşasak. Tıpkı bir Norveç’li gibi uyansak yeni güne ve tek derdimiz bu yıl nereye tatile gideceğimiz olsa. Keşke aynı gökyüzünün altında hepimiz aynı umutla yaşasak…

Her değişime ayak uyduran doğanın bilgeliği ve Sanatın ışığında yeniden görüşene dek sağlıkla ve sevgiyle

Sevda Kesim