Dünya Mutluluk Raporu (World Happines Report) 2022 verilerine göre Türkiye 146 ülke arasında 112’nci sırada. Şu anda savaşta olan ülkeler dahi bu mutsuzluk tablosunda Türkiye’den üst sıralarda yer alıyor. Yaşam, seçimleri yapma özgürlüğü, sağlıklı yaşam beklentisi gibi alanların değerlendirildiği bu ilginç rapor açıkçası bana Türkiye’nin üzerindeki genel mutsuzluk halini bir kez daha hatırlattı. Peki ama bunun asıl sebebi ne? Ekonomik kriz, alım gücünün giderek düşmesi, artan cinayetler uzun uzun sayabileceğimiz akla ilk gelen etmenler… Fakat listeye biraz ayrıntılı bakacak olursanız göreceksiniz ki az önce söylediğim gibi durumu Türkiye’den daha kötü olan ülkelerde bile insanlar daha mutlu. Bu durum aklıma şunu getiriyor: Gerçekten mutluluğumuza engel olan sözde elimizde olmayan dış etkenler mi, yoksa umutsuzluk mu?
Bizim ülkemizin genel sorunu belki de budur. Sosyal medyadan tutunda sokak röportajlarına kadar insanlar artık umutlarının tükenmek üzere olduğunu yazıp çiziyor, bulduğu her mecrada nasıl karamsar ve bitik olduğunu anlatıyor. Bu insanları görmek için çok uzaklarda araştırma yapmamamıza da gerek yok. Bir bakkalda ya da bir kahvenin önünden geçerken bile duyabileceğimiz “sıradanlaşan” sohbetler bunlar. Hatta bazen bu insanları görebilmek için bir aynaya bakmamız bile yeterli oluyor. İşte burada asıl sorun umut ve mutluluğu, ya da daha doğru bir deyişle u’mutluluğu kaybetmiş olmamız. Halbuki yaşadığımız tüm sorunlardan bizi çekip alacak olan da tam olarak bu u’mutluluk. İnsanoğlunun yaşadığı tüm dönemleri inceleyebilirsiniz. Neredeyse her olay, hayranlıkla dinlediğimiz her hikaye, her film, her şarkı da karamsarlık içinde boğuşan fakat sonradan kurtulan bir karakter, bu ana karakterin ise tek bir özelliği var. Karakterin hem kendisini hem ailesini hatta bazen tüm dünyayı kurtarmasına yardım eden vazgeçilmez bir özellik. Az önce de dediğim gibi hemen her yerde olan bu “donanımlı karakterler” gerçek hayatta dahil olmak üzere sürekli karşımıza çıkıyor ve herkes hayran oluyor. Tabi bu hayranlık sadece lafta kalıyor, devamı asla gelmiyor ya da gelemiyor. Örnek almayı bir kenara bırakıyorum, artık insanlar farklı bir yol denemek için adım atmaya bile korkuyor. Çoğu zaman da çekiniyor. Peki, iyi de nereye kadar? Her gün her şeyden şikayet edip hiçbir şey yapmadan nereye kadar gideceğiz? Artık ihtiyacımız olan ya da istediğimiz hayatı yaşamak için bir yerlerden başlamamız gerekiyor. Çünkü bu durum yalnızca bizi mutsuzlaştırıyor. Başka bir şeye yaradığı yok. Sanki oturduğumuz yerden bir perinin gelip sihirli asasıyla bize dokunacağını ve her şeyin yoluna gireceğini düşünüyoruz. Oysa bu hiçbir zaman gerçek olmayacak. Mutluluk hiçbir zaman bize altın tepside sunulmayacak. Sabahtan akşama kadar olumsuz haberler okuyup eşe dosta oflayarak dert yanmak bir çözüm değil. Tarihin hiçbir yerinde bu kafa yapısındaki insanlar mutlu olmadı. Bu yüzden ne kadar ‘canımız istemese’ de bir yerlerden başlamamız gerekiyor. Bu bir tercih değil, mecburiyet artık. Bizden sonra gelecek nesiller adına, çabalamak isteyen ama ortadan kaldırılamayacak engeller yüzünden eli kolu bağlı olanlar adına, hayali çalınan binlerce çocuk ve tüm mutlu olmak isteyenlerin adına. Hepsinden önemlisi kendi adımıza adım atmaya mecburuz. Bir şeyleri değiştirmeye mecburuz. Bunun içinde öncelikle ‘umutluluğumuzu’ bulmamız gerekiyor. Hem de bunun nereye varacağını, sonucunu düşünmeden. Sonuçta Robert Louis Stevenson’ın da dediği gibi “Umutla yolculuk etmek, gidilecek yere varmaktan çok daha zevklidir.”