Yağmur kimimizi mutlu ederken kimimizi bir telaşa sürükler. Şüphe yok ki yağmur, doğanın bize sunduğu en değerli nimetlerden biri ancak kimi zaman bu nimetin fazlası büyük felaketlere yol açabiliyor.

Yağmur, toprağa can verir, çiftçinin umutlarını yeşertir… Hele kurak dönemlerde barajların dolması, yeraltı su kaynaklarının beslenmesi, hep yağmurla olur. Hele ki toprak susuzluktan çatlamışken gelen bir bardak su gibi yağan bahar yağmurları… Tarım yapanlar için bereketin simgesidir.

Ancak öyle bir zaman gelir ki her şeyin dengesi olduğu gibi yağmurun da çok fazlası sorun yaratabilir. Hele ki bizim yaşadığımız şehir Antalya gibi sellerin artık sıkça görüldüğü bölgelerde yaşayanlar için yağmur bazen kâbus oluyor.

Düzensiz yağan yağmur, toprak kaymalarına, tarım alanlarında hasara ve bazen maalesef can kaybına bile neden oluyor. Evinden çıkamayan insanlar, su baskınına teslim olan sokaklar... Bu manzaraları hepimiz haberlerde gördük, belki bizzat yaşadık.

Peki, ne yapmalıyız? Öncelikle yağmurun bu iki yüzünü de kabullenmeliyiz. O, hem doğaya hayat verir hem de kontrolsüz olduğunda yıkıcı olabilir. Buradaki asıl sınıfını geçmesi gereken biz insanlarız. Şehir planlaması, altyapı çalışmaları, barajlar ve dere yataklarını koruma konusunda daha bilinçli olmazsak, yağmurun bereketi yerini felakete bırakmaya devam edecek.

Yağmur, aslında bize yaşamı anımsatıyor. Bazen huzurlu bir sabah kahvesiyle izlenen bir manzara, bazen de yollarımızı kapatan bir sel. Ama unutmayalım, önemli olan doğaya uyum sağlamak, ona saygı duymak. Bereketi yaşamak bizim elimizde; yeter ki doğru şekilde hazırlanalım.

Yağmurun bereketi bizi güçlendirir, felaketi ise bizi yok eder. O ince çizgede ne yapacağımız belli değil.