Bazı insanlar kahveyi çok sever güne kahve olmadan başlayamazlar. Kahve öyle sıradan bir içecek değil yüzyıllar boyunca süren bir serüveni bulunuyor, samimiyeti var…
Bilindiği kadarıyla, Etiyopya’nın yemyeşil dağlarında başlıyor. Anlatılan odur ki bir çoban, keçilerinin kahve ağacının meyvelerini yedikten sonra neşeyle hoplayıp eğlendiğini görür, merakla bu meyvenin adına bakar ve olaylar ondan sonra hızla gelişir… Günümüzde kahveseverler için o cesur çoban bir kutsallığı hak ediyor açıkçası.
Sonra kahve, Yemen’in mistik kokusuyla harmanlanıp arap diyarına gelir. Sonra Türk topraklarına, böylece 16. Yüzyılda İstanbul’da kahvehaneler açılır, insanlar bu yeni içeceğin çevresinde, edebiyat konuşur, tavla oynar, satranç oynarlar.
Kahveyi o kadar çok benimseyip atasözü bile oluşturmuşuz, ‘bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı var’ sözünü edebiyat dünyasına kazandırmışız.
Şimdiler ise kahvenin kullanımı saatlere ayrılmış durumda, kimi mola olarak dile getiriyor, kimisi sabah ayılmak için kullanılıyor, kimi de gece geç saatlere kadar çalışırken en yakın arkadaşı olarak biliniyor. Türk kahvesinin telvesinden fal bakma geleneği de böylece doğuruyor… Şimdi kahvenin birçok türü ortaya çıktı adlarını ben bile hatırlamıyorum. Her birinin tadı içene güzel geliyor, kimileri de kahveyi sevmiyor.
O çobanın hikâyesinden beri kahve kültürümüzde yer edinmeye devam ediyor. Sohbetin dinginliği, bazen de tatlı bir kaçışın sıcak bahanesi oluyor. Kahveseverler kahvesiz yaşayamaz gibime geliyor bana…