Teğmen bize dönerek:
-Haydi siz işinize bakın. Buradan bir yere ayrılmayacaksınız. Tamam mı? Anladınız mı?
Teğmen, kendini öğretmenlerin amiri gibi görüp, eksikliğini, egosunu tatmin ediyordu. Bazı arkadaşlar, “Tamam efendim” derken, bazıları da itaat ederek, gür bir sesle “Tamam Komutanım” dediler. Öğretmenler, kuşkuyla dağılırken, önceden yaptıklarını gözden geçiriyorlardı. Teğmen işin tadını daha da çıkarmak için bana doğru yöneldi. Ben, yönetici olduğum için sakin olmalıyım diye düşünüyordum. 12 Eylül harekatını kabul etmemiştim özümde. Harekat kim bilir kimleri alıp götürecek diye kuşkular taşıyordum.
Teğmen, yanıma, karşıma gelip ellerini arkasında kavuşturup:
-Müdür anladın değil mi?
-Ben yöneticiyim. Anladım Komutan.
-Anladım. Komutanım, demelisin.
-Neden?
Daha da sertleşerek, bana gözdağı vermek, korkutmak istercesine, bekleyen köylülere de ders olsun diye:
-Bana Komutanım diyeceksin!
-Neden diyeceğim ki? Beni asker mi sandınız Komutan?
-Bu andaki durumumu, durumunu düşün.
-Komutan bunu uzatmanın anlamı yok. Sen benim komutanım değilsin.
Teğmen asabileşti. “Şuna birkaç tokat atayım” demişti belki de ama aniden “Eğer suçu varsa tabur alınca canına okuyacağım.” Diye düşündü.
O anda bir telsiz konuşması ile
Teğmenin tabura dönmesi emrediliyordu.
Vazgeçti sert davranmaktan. Yanında bulunan emir erine gösteriş olsun diye:
Önce bana hitaben:
-Seninle yine görüşeceğiz.
Askerlere hitaben:
-Toplanın tabura gidiyoruz.
Esas duruşta bekliyorlardı. Teğmen onları unuttu mu, kasıtlı mı davrandı
bilemiyordum. Köylüler esas duruşunu bozmuyordu. Reo okul bahçesinden
uzaklaşınca ben ellerimi arkada birleştirerek:
-Kasaba halkı rahat dedim.
Köylüler itaat edip rahat
vaziyete geldiler. Yüzlerinde gülümseme belirdi.
-Arkadaşlar, komutanların ne dediğini duydunuz. Evlerinizden uzaklaşmayın. Bir
yere gitmeyin. Radyosu olanlardan radyoyu dinleyin. Emirlere uyun. Belli ki
büyük sıkıntı var. İnşallah Mehmetçik muvaffak olur. Yurdumuzda akan kardeşkanı
durur. Evinize gidin. İşinizi yapın.
dedim.
Köylüler cesaretle birer ikişer
ayrıldılar. Saat ona doğru, reo arabası okul bahçesinin kapısına geldi. İçinden dört asker ve bir başçavuş indi. Her
asker bir köşeye gönderildi. Okulu korumaya aldılar.
Akşamın ilk karanlığında bir komutan cipi lojmana kadar gelerek, yüzbaşı
eşliğinde beni komutan Yarbayın çağırdığını söyledi. Ben de eşime durumu
söyledim. cipe bindim. Tabura gittim. Taburda bir olağanüstülük göze
çarpıyordu. Yüzbaşı, komutanın odasına girip, beni getirdiğini söyledi. İçeriye
aldılar. Ben kendimden emindim. Komutan oturuyordu. Yanında S6 subayı binbaşı
vardı. Ayakta duruyordu. Başımla selamladım. Daha önce bu odaya defalarca
girmiş ve koltuğa buyur edilmiştim. Bu kez buyur edilmedim.
S5 Subayı Binbaşı:
-Komutanım, bütün istihbarat
çalışmalarında… Beyin bir kabahat, kusur ve suçunu görmedik. Ancak Eşi S….
Hanım 1978 yılında okulda Deniz Gezmiş’i anmışlar. Tabi o zamanlar bekarmış.
Bize istihbaratı veren kişi köylü. İnandırıcılığı zayıf bizce. Siz ne
emredersiniz?
– Başka?
-Başka bir şeye rastlamadık komutanım.
Yarbay ayağa kalktı. Yüzbaşı’ya seslendi:
-Yüzbaşım, ….Beyi lojmana bırakın.
Yüzbaşı beni getirdiği ciple lojmana bıraktı. O gece zor geçti. İki saatte bir
benden istihbarat almak için tabura yedi defa götürülüp getirildim. Ama benden
alacakları bir öğretmen yoktu.