6 Temmuz 1907’de Meksika’da Macar Yahudisi fotoğrafçı Wilhelm Kahlo ve Kızılderili asıllı Matilde Calderon Gonzales’in dört kız çocuğundan üçüncüsü olarak dünyaya geldiğinde ona “Magdalena Carmen Frida Kahlo Calderon” adını verdiler. Ancak Frida daha sonra doğum gününü 7 Temmuz 1910 olarak ilan edecekti. Çünkü bugün Meksika Devrimi’nin gerçekleştiği gündü. Çünkü Frida, Meksika’yla birlikte yeniden doğmuş olmayı istiyordu. Frida doğduktan kısa bir süre sonra annesi hastalandı ve ona süt veremedi. Bu dönemde onun için Kızılderili bir sütanne bulundu. Bu durum sıradan bir sütanne konusu olabilirdi. Ancak Frida yıllar sonra yaptığı resimlerden birinde sütannesinin Meksikalı yönünü vurgulayarak ön plana çıkaracaktı. Frida, annesini nazik, sevecen, zeki ama aynı zamanda zalim bir kadın olarak tanımlıyordu. Ayrıca annesi onun deyimiyle fanatik bir şekilde dindardı. Bunun yanında babasını, yazdığı günlüklerde her zaman mükemmel bir figür olarak tanımlamıştı. Babası, şefkatli kolları ve çalışkanlığıyla gözünde mükemmel sözcüğünün karşılığıydı. Yıllarca geçirdiği hastalığın bıraktığı enkazı yaşayan Frida, tıp okumaya karar verdi. Çabalayan hırslı yanı tıp eğitimi için bir ilki başarmıştı. Çünkü Meksika’da Ulusal Hazırlık Okulu Tıp Eğitimi Bölümü’ne kabul edilen ilk kız öğrencilerden biriydi. Frida burada kendini sanat, felsefe, edebiyat alanlarında çok geliştirdi. Çünkü ilerde Meksika’da önemli adamlardan olacak Alejandro Gomez Arias, Jose Gomez Robleda ve Alfonso Villa, Frida’nın okul arakadaşlarıydı. 17 Eylül 1925, Frida ve sevgilisi Alejandro Gomez Arias otobüsün peşinden koşup onu yakaladıklarında bile sıradan bir gündü, ta ki otobüs tramvayla çarpışıncaya kadar. Birçok kişinin öldüğü kazada Frida ağır yaralı olarak kurtulmuştu. Kalın bir metal çubuk karnından girmiş kalçasından bel omurlarını zedeleyerek çıkmıştı. Frida’nın son hatırladığı güneşli bir günde çarpma sesinden sonra havada dağılan altın tozlarıydı. Frida, Diego’ya aşıktı. Sevildiğini de biliyordu ve Diego’nun başka kadınlara olan ilgisini de. Frida evliliklerinin ilk yılında hamile kaldı. Ancak Diego’yla yaşdığı anlaşmazlıklar sebebiyle bebeği aldırdı. Çift, Diego’nun duvar resmi siparişlerini almasıyla 1930’da Amerika’ya gitti. Burada Frida art arda iki düşük yaptı. Diego’nun başka kadınlarla olan ilişkisi artık Frida’yı iyice yormuştu. Fırtınalı geçen evlilikleri artık bunu taşıyamıyordu ve 1939’da ayrıldılar. Ancak ne yapsalar kopamıyorlardı. Bir sene sonra yeniden evlendiler ve Frida’nın çocukluğunu geçirdiği eve yerleştiler. Ne yaşarlarsa yaşasınlar, hatta Frida kendi adına ne hata yaparsa yapsın Diego onun için her zaman özel ve önemli oldu. “La Esmeralda” sanat okulunda öğretim üyeliğine başladığında sağlığı artık onu daha çok yoruyordu. Her şeye rağmen bildiklerini aktarma aşkı bünyesini ayakta tutuyordu. Ama 1950’de daha önce olduğu ameliyatlar onu tekrar hastaneye yatırdı. Frida burada 9 ay kaldı. Temmuz 1953’te nihayet Frida’nın sağ bacağını kestiler. Şükürle olsun ki, Meksika’da ilk kişisel sergisini bu olaydan önce açmıştı. 13 Temmuz 1954’te Frida, acılarının üzerine başarılar ektiği hayatını akciğer ambolisi nedeniyle kaybetti. Ölmeden önce tamamladığı son tablosuna “Yaşasın Hayat” adını vermişti. Biz incir çekirdeğini doldurma cürretini gösteremeyecek acılarımızla hayattan bağımızı koparırken Frida, ölmek üzere olduğunu bildiği bir zamanda bile tablosuna “Yaşasın Hayat” adını verdi. Sanırım benim üzerine ütopyalar kurmama gerek yok bu yazının. Bu ancak bir paradoks olurdu ve zaten ne söylesem eksik. İyi ki geçtin bu dünyadan renklerinle Frida Kahlo…