18 Aralık Uluslararası Göçmenler Günü’ydü. Dünyada çeşitli ülkelerde kutlanan Uluslararası Göçmenler Günü ülkemizde de 2013 yılından itibaren kutlanıyor.

Peki, nasıl bir kutlama bu. Ülkesinden, vatanından uzaklarda belki istekli belki zoraki bir göç ediş neden kutlanmalı.

“18 Aralık Uluslararası Göçmenler Günü” dünya genelinde milyonlarca göçmenin yaşadıkları zorlukları ve insanlık tarihi boyunca yaptıkları katkıları anma günü.

Göçmenler tarih boyunca gittikleri ülkelere katkı sağlamış, kültürel zenginlik katmış. Ancak günümüzde zarar verici bir boyuta ulaşan bir göç kriziyle baş başa kalmış durumdayız.

Her yıl 18 Aralık’ta kutlanan Uluslararası Göçmenler Günü; dünya çapında göçmenlerin ve yerinden edilmiş insanların yaşamları ve sorunları konusunda bir farkındalık oluşturmayı hedefliyor.

 Ancak yüzyıllardır göç hikayeleri hiç mutlu başlamaz ve çoğunlukla da mutlu sonla bitmez.

Çerkezler, Balkanlardan göç edenler. Sürgüne gönderilenler…

 Hafızamızı şöyle bir tazeleyelim. Cumhuriyet kurulurken Atatürk’ün ‘Ne Mutlu Türküm Diyene ‘ sözüne vurgu yaparak düşünelim.

 Yüzyıllar boyu dünya üzerinde bir köprü görevi gören coğrafyamız göç akınlarına maruz kaldı. Biz beraberce Türk olmayı seçip bir Cumhuriyet kurduk.

Bu coğrafyaya dalga boyutundaki ilk büyük göç, 1783 yılında Çarlık Rusya’sının Kırım’ı ele geçirmesiyle gerçekleşti. Bundan sonraki Tatar göçlerinde 1890 yılına kadar Osmanlı – Rus savaşları belirleyici oldu.

Çerkez göçü en az Kırım Tatarlarının göçü kadar dramatik sonuçları olan ve Anadolu’nun demografik yapısını etkileyen kitlesel göç olarak hemen ardından geliyor. Aralıklı olarak Birinci Dünya Savaşına kadar 2,5 milyon civarında Çerkez göç etmek zorunda kaldı. Ancak bu göçmenlerin büyük bir kısmı (yaklaşık 1 milyon civarı) göç sırasında hayatını kaybetti.

– 1829 yıllarındaki Osmanlı – Rus savaşı sonrasında başlayan Gürcü göçleri ise 1921 yılına kadar devam eder.

 Yani tarihimiz göç hikâyeleriyle bezelidir. Kime sorsanız kökleri bir başka memlekettedir.

 Bosna savaşının acıları hala dün gibi. Yanı başımızda kaynayan Ortadoğu bize en çok göçmen olarak dönüyor.

 Göç çok da istenmeyen bir durum değildi 2000li yıllara kadar. Ülkeler gönüllü göçmen kabul eder hatta isterdi. Ancak geleni seçerler, ülkelerinin çalışma hayatını destekleyecek, nüfusu gençleştirecek, uyum sağlayabilecek olanları seçerlerdi.

 Şimdi ise kontrol edemedikleri kitlesel göçlerle karşılaştıklarında şaşkına döndü çoğu Avrupa ülkesi.

 İnsanlar dünya üzerindeki rant savaşlarını, sistemin arızalarını bir yana bırakıp birbirine düşmeye başladı. Ülkelerindeki göçmene düşman olanlar, gittikleri ülkede yer edinme çabasını biraz abartanlar birbirine girmeye başladı. Göçmen düşmanlığı diye bir garip kavram ortaya çıktı.

Bu düşmanlıkları da devletler körüklemeye devam ediyor amaç nedir bilinmez. Aslında görünen köy kılavuz istemez diye bir tabir var.

 Göçün nedenlerine bir bakmak gerekiyor. Kim bu göçmenler? Nereden? Neden? geldiler. Ülkedeki varlılarının koşullarını kim belirliyor? Onların tabi olduğu bir yasa var mı? Mesela bizim ülkemizde bir göçmen yasası var mı?

 Öncelikli gruplar neden öncelikli? Biz göçmenleri, isteyerek ve seçerek mi aldık ve almaya devam ediyoruz.  Tabii bu göçmenler de kendi aralarında sınıflandırılıyor, Göçmenler, Mülteciler ve Mübadele Göçmenleri gibi.

Neyse biz tanıklık ettiğimiz, hatırladığımız göçlere geridönelim…

İstanbul Arnavutköy’e hiç yolunuz düştü mü? İlk defa Türkiye'ye Fatih Sultan Mehmet zamanında getirilen Arnavutlar, 1468 senesinde İstanbul’un Arnavutköy semtine yerleştirilmişlerdir. Arnavutköy, 1468 yılında Arnavut göçmenler tarafından oluşturulmuş biliyor muydunuz?

Polonya Krallığı’nın 1830 yılında Rus topraklarına katılması sonrasında, 1831 yılı başlarında ülkenin entelektüel kesimini teşkil eden 10,000 kişi Polonya’dan göç etmiş, göç eden insanların bir kısmı da Osmanlı topraklarına gelmişler. Polonyalıların Osmanlı topraklarına yaptıkları göç ve bunun sonucunda ortaya çıkan Polonez köy’ü de söylemeden geçmeyelim.

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Bosna’yı işgal ettikten sonra 1918’e kadar Bosna’dan Türkiye’ye dört büyük göç dalgası olmuş. İlk büyük göç, 1878 yılında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Bosna’yı işgalinden hemen sonra. İkinci göç, 1882 yılında, Üçüncü göç dalgası  ‘Dzabic hareketiyle’ 1900 yılında, dördüncü dalga ise 1908 yılında ve Cumhuriyet sonrası devam etmiş…

 Bu göç hikayesi daha uzayıp gidiyor, bir sonraki yazı da devam edeceğim, ama 18 Aralık neden Göçmen günü onu söyleyelim; bugünün tarihsel arka planı, 18 Aralık 1990 yılında BM Genel Kurulu'nun Uluslararası Göçmen İşçiler ve Ailelerinin Haklarını Koruma Konvansiyonu'nu imzalamasına dayanmaktadır. Bu konvansiyon, devletlerarası müzakerelerin ve göçmen hakları savunucularının uzun soluklu uğraşlarının bir sonucunda oluşmuş

18 Aralık 1990 tarihinde, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda Uluslararası Göçmen İşçiler ve Ailelerinin Haklarını Koruma Konvansiyonu'nun imzalanmasına müteakip 2000 yılında başlayan bir gelenekle her yıl 18 Aralık günü, BM tarafından resmi olarak “Uluslararası Göçmenler Günü” olarak kabul edilmiştir.

 Ben de yazımı tüm ülkeleri insanların göçe zorlanmadığı, insan hakları ve onurunun korunduğu, insan hayatının pazarlık konusu yapılmadığı bir dünya oluşturmak ve göçmen düşmanlığını önlemek için gerekli tedbirleri almaya, üstlerine düşen insani yükümlülükleri yerine getirmeye davet ederek bitireyim.