Bazen konuşurken nutkunuz tutulur. Kelimeler boğazınızın boğumuna takılır ve güçlükle çıkar. İşte gazetecilikte de bazen yazarken parmaklarınız takılır. Bir türlü yazamazsınız. İçiniz el vermez. Yazı bir türlü yürümez. Ancak yine de yazmak gerekir. Çünkü yazmak bir gazetecinin tek ifade şeklidir. Yaklaşık 30 yıl önceydi. Bundan 3 yıl önce aramızdan ayrılan gazeteci ağabeyim Mustafa Nuri Aloğlu ile Milliyet Gazetesi’nde çalışıyoruz. Mustafa abi daha önce Hürriyet Haber Ajansı’nın Samsun bürosunda görev yapmıştı. Zaman zaman akşamları telefonla Samsun’daki muhabirlerle sohbet ederdi. Bunlardan birisi de Milliyet Gazetesi Samsun muhabiri Ali Orhan’dı. Ali o kadar sempatik ve emekçi bir insandı ki, tanışmamıza rağmen zaman zaman beni de telefona ister, karşılıklı görüşmemize rağmen sohbet ederdik. Sonraki yıllarda Antalya’ya geldi. O dönem önceden görüştüğüm Ali Orhan ile yüz yüze tanışmış oldum. Burada çeşitli gazetelerde çalıştı. Sonra bir dönem Manavgat’a gitti. Orada gazete çıkardı. Döndü herhalde genleri ağır bastı ve Karadenizli olmanın etkisiyle pastane açtı. Sonra kapatıp yeniden mesleğe döndü. Onu birçok kişi televizyoncu olarak tanıdı. Oysaki hayat onun için o kadar kolay olmamıştı.  Yani öyle bir anda televizyoncu olmamış, sokakta bu işin yıllarca emekçiliğini yapmıştı. Şimdi onu sonsuzluğa uğurladık. Son olarak hastanede konuştuğumda sabah yaptığımız programın ne kadar önemli olduğunu söylüyordu. Hatta ben Koza TV’de Ali Orhan’ın eski ortağı Nihat Toklu ile birlikte aynı saatte programa başladığımda beni arayıp, “Kardeşim çok sevindim. Nihat Toklu muhteşem bir adamdır. Kentin gerçek hafızasıdır. Ben burada mücadele veriyorum. Sizde oradan verin. Bu şehrin bizlere ihtiyacı var” deyip tebrik etmişti. İşte bu denli de centilmen bir insandı.

                Peki şimdi ne olacak? Hep beraber oturup arkasından yas mı tutacağız? İsteyen tutar. Ama bence gün yas günü değil. O danışmanlık adı altında para almayan, yaptığı ya da yapmadığı haberlerden gelir elde etmeyen, haberciliği kullanarak siyasi ikbal peşinde koşmayan, bir yemeğe bir haber yazmayan, siyasilere kuryelik etmeyen gerçek gazetecilere çok önemli bir miras bıraktı. O artık yok ama Korkuteli Dereköy kömür ocağı, Alanya Dim Çayı HES projesi, Gündoğmuş maden ocağı, Korkuteli Yazır’daki maden ocağı, Elmalı, Finike, Kumluca, Akseki, Korkuteli’nin mermer ocağı için delik deşik edilen dağları bize emanet. Artık Antalya’nın dağları, taşları, denizi bize emanet. Antalya’nın doğası, çevresi, yeşilinin takipçisi bizleriz. Sokak hayvanları, kimsesizler yine bizde. Sana söz bir daha Antalya’da atlara eziyet edilen faytonda olmayacak. Başarır mıyız, başarırız. Senin Antalya sevdanın yarısı bizde olsun bak neler başarırız. Sen rahat uyu Ali baba… Bu arada bizi bırakıp, Aloğlu’nun yanına gittin ya, alacağın olsun. Yazıyı Ali Orhan’ın programında okuduğu bir şiir ile bitirelim:

Ve ağlıyor son defa anam, bacım, kardaşım

Mademki günüm gelmiş, ne olur olsun yaşım

Eller üstünde çıkmış son yolculuğa naaşım

Ad ve şiirden sonra sade olmalı taşım.

Güle güle Ali baba…..

Esen kalın…