Ulusumuzun temel mefkuresi ve şiarı eğitimdir. Milletimizin eğitim meselesini çözmeden sorunlarını çözmesi olası değildir. Ancak ülkem yıllardır eğitim meselemizi çözemedi. Halbuki müthiş bir uygarlığın sahibiyiz. Müthiş bir bilgi ve maarif bilincimiz var. Üç yüz yıldan beri geçirmekte olduğumuz kriz ve buhranların nedeni, Milli Eğitimimizin sorunlarının çözülemeyişidir.

Bu millet için nasıl bir insan istiyoruz? 47 yıllık eğitimci yaşamımda eğitimin içinden gelen üç bakan gördüm. Ziya SELÇUK, Hüseyin ÇELİK ve Avni AKYOL. Avni AKYOL, insanlarımızın yetişmesi üzerine kurallar getirdi. “Kendine yeten, sağlığını koruyan, üreten, vergisini veren…”gibi. Ne olduysa sonradan bu şekil ortadan kaldırıldı. Peki yirmi yıl içinde on tane Milli Eğitim Bakanına ne demeliyiz? Her Bakan değişiminde yeni bir maarif değişikliği yaşandı. Maarif meselesi her tür disiplini ilgilendirir. İki Milli olan yani Ulusal nitelikteki, varlığımızın devamı olan kurum ve kuruluşlar bence kutsaldır. Uzun vadeli iş yaparlar. Bunlardan sapma olursa buhran kapınızdadır.

3 Kasım 1928’de kabul edilen ölü Latin Alfabesinin bizim ictimai (toplumsal) hayatımızın dil ve abecesine uygundu. Arap abecesi, ayrıca dinsel anlamlar yüklenmiş bir dizgedir. Okuryazar olmayan halk, bu abeceyle yazılmış tüm kitaplara, gördüğü her basılı kâğıda inanç penceresinden bakmakta, kutsal kitap yazısıyla yazılmış her şeyi âdeta kutsallaştırmakta bu nedenle salt okuma yazma bilmek bile dinle ilişkilendirilmekteydi. Okuryazar olmayan halk, dilekçesini, mektubunu yazmaktan yoksundu, eski yazıyı bilenlerin yönlendirmesine açıktı.

Kaldı ki cumhuriyet öncesi yazı ve dil, Osmanlı aydınlarınca da yoğun tartışmalara yol açmıştır. Mustafa Kemal’in yazının değiştirilmesine ilişkin düşüncesi yeni değildir, bu düşünceyi çevresiyle tartışarak geliştirmiş, o güne değin yapılan çalışmalar da göz önüne alınarak bir kurul oluşturulmuş, bu kurula “Alfabe Komisyonu” denmiş, bu adın yanına bir de “Dil Encümeni” eklenmiştir.

Arap abecesinde göze çarpan olay, cahillerin ulema (Bilginler) sınıfına nüfuzları sonucunda, milli karakterimizin kırılmasına neden oldu. Arap tarzı yapılan bu eylemler 17 ve 18. yüz yıllarda “Islahat Hareketleri” ile baş kesme, baş koparma şeklinde gerçekleşmiş. 19 yüzyıla gelindiğinde yön batıyı taklide çevrilmiş. Onlara bezer okulların açılması. Onların okuttuğu dersler okutulmuş. Osmanlının birimi bir tarafa konulmuş.

Gerçek bir ulusun yaşamasında: Devrimler, okullarla başlar. Her milletin özel olan okulların vardır. Türkiye Cumhuriyeti fikir (düşünce) yaşamı ile bilim hayatını geçmişini birikimlerini de unutmadan Milli eğitimini, çağdaş uygarlık düzeyine getirmelidir.

Günümüzde 17. Ve 18 yüzyıla dönüş gözlenmektedir.

1-Köylerin toplumsal gelişimi okula öğretmen atanamadığından veya kapatıldığından imamlara teslim edilmiştir. Eğitimin sor kutsiyeti ile.

2-Taşımalı eğitim ile Maarif (Milli Eğitim) sorunları, yetişmiş insan gücü oluşturulamaz. Üretime katkısı olmayan bireyleri oluşturuyor.

3-Öğretmen yetiştirme yeniden ele alınmalı. Fakültelerle bu iş yapılamadı. Öğretmen ideal taşımalı ve yeterli donanım sağlanmalıdır.

DEVAMI YARIN