Hepimiz bir biçimde kitaplara ister istemez dokunmuşuzdur.

Belki okulda, belki evde… Ancak roman dediğimiz şey, bir ruhtur yalnızca yazılardan oluşmaz… İnsan ruhuna dokunan bizi alıp başka yerlere götüren bir makine gibidir adeta…

Düşünsenize bir roman okuduğunuzda bambaşka bir yere gidiyor, başka bir insan oluyoruz. Örneğin orta çağda biri oluyoruz, bir başkasında gelecekte biri oluyoruz. Roman, duyguları kullanmamıza bize yol gösterir. Her bir sayfası bizi başka yere, başka kişiliğe götürür.

Günümüz dünyasında teknoloji, hız ve her şey hemen olsun isteği arasında kayboluyoruz ancak bir romanda bu yok, bizi yavaşlatıyor ağır ağır diyor ki ‘dur sakin ol bir!’ o çayını eline al, rahatla, birkaç saatliğine dünyayı unut çünkü ben buradayım! Ruhumuzu besliyor biz farkında değiliz.

Ayrıca romandaki hayal gücünün sınırı uçsuz bucaksız, bize sunduğu gerçekliklerle yetinmek zorunda mıyız? Tabii ki de hayır. Ejderhaların gökyüzünde uçtuğu bir dünya yaratabilir, ağacın dilinden konuşabiliriz. Peki, bu ne işe yarar? Hangi hayal gücü geniş olan insanlar daha yaratıcıdır. Günlük sorunlara çözüm üretirken bu hayal gücü devreye girer. Yani roman yalnızca bir eğlence değil, aslında bir gelişim aracıdır.

Ve en önemlisi, roman bizi biz yapar, insan yapar. Dünyaya farklı gözlerle bakmayı öğretir. Bugün yaşadığımız savaşlar, nefret, ayrımcılık… Bunların panzehri biraz da romanların içinde saklı, daha çok okuyup, daha çok anladıkça, belki daha güzel bir dünya kurabiliriz.

Şimdi roman okumanın tam zamanı, farklı yerlerde olmak, kafa dengi insanlarla buluşmak ve o dünyada kendiniz var etmenin en uygun zamanı… Okuyun, okutturun.