“Yozlaşmış bir hukuk sistemi, şatafatlı bir görgüsüzlük, kutsanan dipsiz cehalet, bitmeyen bir öfke, zorbalık, doymak bilmeyen egolar… Ve tüm bunların arasında, yaşama sevinci bitmiş, var olma savaşı veren sıkışmış güzel insanlar” diyor Tunç Tataker duygularımızı anlatabilmek adına…
Henüz sekiz yaşındaki bir kız çocuğuna en yakını olan ailesi tarafından uygulanan şiddet, her gün öldürülen kadınlar, trafikte yol kavgası için silah çeken ve birbirini gözünü bile kırpmadan öldüren insanlar, ceplerini doldurmak için bebeklerin hayatını hiçe sayan çeteler... "Nereye gidiyoruz biz!" demekten alıkoyamıyorum kendimi son günlerde...
Sosyal çürüme, toplumun temel ahlaki ve etik değerlerinin zayıflaması, bireyler arası güvenin azalması ve sosyal bağların kopması süreci olarak tanımlanabilir. Bu süreç, toplumun genel refah seviyesini düşürür ve uzun vadede ekonomik, politik ve kültürel sorunlara yol açar.
Sosyal çürümenin en belirgin işaretlerinden biri, ahlaki değerlerin erozyona uğramasıdır. Geçmişte, dürüstlük, adalet ve yardımlaşma gibi değerler toplumun temel direkleriyken, günümüzde bireysel çıkarların ön planda olduğu bir yaşam tarzı benimsenmeye başlamıştır. Bu durum, toplumun genelinde güven duygusunu zedeler ve insanların birbirine karşı olan saygısını azaltır.
Günümüz toplumlarında maddi değerlere, tüketime aşırı değer verilmekte, bu durum bireylerin manevi değerleri önemsememesine, kendi çıkarlarını her şeyin üstünde tutmasına yol açmaktadır.
Modern toplumlarda bireycilik anlayışının yaygınlaşması sosyal ilişkileri zayıflatır, insanları yalnızlığa iter. İnsanlar arasındaki dayanışma, yardımlaşma azalır. Yalnızlaşan birey kendini topluma karşı yabancılaşmış hisseder ve sosyal çürüme hızlanır.
Teknolojinin artan kullanımı, bireyleri yüz yüze iletişimden kopartmakta, bireylerin sanal ortamlarda daha çok zaman geçirmelerine sebep olmaktadır. Bu durum da sosyalleşmeyi zayıflatmaktadır.
Ekonomik eşitsizlik de sosyal çürümenin en önemli sebeplerinden biridir. Bireylerin üniversite eğitimi sonrasında hayal ettikleri hayata ve ekonomik düzeye ulaşamamaları, her işe giriş aşamasında kurulması zorunlu hale gelen ahbap-çavuş ilişkileri, zenginin her zaman her aşamada daha avantajlı olması, her ile ve hatta ilçeye kurulan üniversiteler ile eğitimin kalitesizleşmesi ekonomik adaletsizliklere yol açmakta, bu da giderek sosyal çürümeye yol açmaktadır. Bireyler, ülkede hakkıyla bir yerlere gelmenin imkansız olduğunu düşünerek umutsuzluğa kapılmakta, çıkarlarını gözetir hale gelmekten ve bencilce düşünmekten başka çare bulamaz hale gelmektedirler. Toplumda fırsat eşitsizliği arttıkça insanlar umutsuzluğa kapılır hale gelirler.
Ekonomik eşitsizlik, suça eğilimi artırır. Yoksullar hayatta kalıp geçimlerini sağlayabilmek için suç işlemeye yatkın hale gelirler.
Bir diğer taraftan da kadınlara doğurganlıkları, annelikleri ve kadınlık vazifeleri üzerinden toplumsal bir statü biçilmekte; kadın bedenine dair müdahaleci her türlü söylem (örneğin son süreçte kadınların nasıl doğum yapmaları gerektiğine kadar varan kamu spotları) ataerkil anlayışla birleşince toplumsal çözülmeyi beslemektedir. Siyasetin zehirli dili, toplumdaki ötekileştirmeyi onaylıyor, kutuplaştırıyor, düşmanlaştırıyor. Kendi içimizde yarattığımız düşmanlar, siyasetçilerin ağızlarından da onay aldıkça topluma yerleşik hale geliyor. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilinmiş olunması da sonraki süreçte kadın cinayetlerini bariz bir şekilde artırmış, ataerkil anlayışı daha da güçlü hale getirmiştir.
Etik ve ahlaki değerlerin çöküşü, ekonomik eşitsizliklerin artması, kadın ve çocukları korumaya yönelik yasal düzenlemelerin yapılmaması veya eksik yapılması ya da bu konudaki yasal mevzuatın yeterince uygulanmaması veya uygulayıcıların yeterince bilinçlendirilmemesi, gerçek ve tehlikeli suçluların rehabilite edilmeksizin toplumda rahatça dolaşabilmesi, eğitime yeterince önem verilmemesi, yargı içerisindeki adaletsizlikler (çürüme) maalesef ki günümüz felaketlerinin meydana gelmesindeki başlıca sebeplerdir.
Toplumsal barışın ve huzurun sağlanması adına bireysel ve toplumsal olarak yapılabilecek çok şey vardır. Öncelikle hep birlikte bu felaket ortamından çıkılabileceğini unutmamak gerekir. Sağlıklı bir toplum, güçlü ve sağlam temeller üzerine inşa edilir.