Yıl 1999. Günlerden 17 Ağustos. Sabah erkenden televizyonu açtım. Büyük depremden o zaman haberdar oldum.

 İlk olarak aklıma İstanbul’daki dayım geldi. Hemen onu aradım. Güçlükle ulaşarak onların hasar almadığını öğrendim. Ancak 17 bin 480 kişinin ailesi benim kadar şanslı değildi. Aradan geçen çeyrek aşıra rağmen bugün bile hala cenazelerini arayan aileler var. Her biri ayrı dram.

Geçtiğimiz yıl bugün yine bir depreme uyandık. Cumhuriyet tarihinin en büyük depremi. Resmi kayıtlara göre 50 bin, eski Bakan Murat Kurum’a göre 150 bin kapatılan GSM hatlarından anladığım kadarıyla bana göre 300 bin kişi yaşamını yitirdi. İnşallah resmi kayıtlar doğrudur. Ama bu rakam bana kesinlikle inandırıcı gelmiyor.

İşte o günlerde benim oradaki tek tanıdığım bizde staj yapan memleketine tatile giden üniversitede okuyan bir kızımızdı. Gece ulaştık. Hayattaydı. Köyü yerle bir olmuştu. Onların evi sağlamdı ama girme şansları yoktu. Biz zaman zaman ondan haber almaya devam ettik. Ailesiyle birlikte araçta yatıp kalkıyordu. Önce susuz kalmışlardı, sonra ise aç. Depremin üzerinden yaklaşık bir hafta geçmişti. Kendisi ile telefonla konuştum. Telefonda bana “Cem abi üşüyorum” dedi. O sözleriyle dona kaldım. O üşümüştü bense donmuştum. Düşünsenize evlerinde belki 10 tane battaniye, 5 tane montu vardı. Ama o üşüyordu. Oradan uzaklaşamıyorlardı. Çünkü hayvanlarını o bölgeye hırsızlık için giden şerefsizlerden korumanın tek yolu orada kalmaktı.

Sonra yanıma geldi. Üniversitedeki eşyalarını almak için Antalya’ya gelmiş bizim de yanımıza uğramıştı. Benim yanıma geldiğinde yaz gelmişti. Artık o üşümüyordu. En az 10 kilo vermişti. Bize ilk staja geldiğindeki pırıltılı gözlerinden ise eser kalmamıştı.  Adeta gözlerinin feri gitmişti.

Evet yıllar gelip geçiyor. Bu coğrafyada nice felaketler yaşandı ve yaşanmaya da devam ediyor. İktidarlar değişiyor, bürokratlar değişiyor, insanlar değişiyor. Değişmeyen tek şey ise ülkedeki aymazlık. Bırakın çürük binaların yenilenmesini toplama merkezlerine AVM yapan bir anlayışın hüküm sürdüğü bir ülkede yaşıyoruz. Her yıl bugün depremi konuşacağız, yazılar yazacağız, konferanslar düzenleyeceğiz falan… falan… falan…

Anlayışımızı değiştirmediğimiz sürece, bilime önem vermediğimiz sürece daha çok gencimiz üşüyecek ve daha önemlisi daha çok gencimizin gözündeki yaşama sevinci yok olacak.

Esen kalın…