Şu yeni medya acayip bir şey. Dünyanın bir ucunda ne varsa öbür ucuna taşıyor. Taşıyamazsa görüntüsünü, sesini ya da öyküsünü iletiyor. Herkesin her şeyden haberi oluyor. Özellikle kısa videolar sayesinde akla zarar görüntülere rastlıyoruz. Bazen gülmekten, bazen düşünmekten, bazen de üzülmekten kendimizi alamıyoruz.

Stresliyseniz birkaç tane yavru kedi videosu izlersiniz; hiçbir şeyiniz kalmaz. Pamuk gibi olursunuz. Birkaç ajitasyon (kışkırtma) videosuna denk gelirseniz durup dururken psikolojiniz bozulur. Sinirli sinirli ortalıkta dolaşırsınız. Ya da bir konuda eğitim almak istiyorsunuz ve sizden 20-30 bin lira para istiyorlar. Hiç gerek yok. Girin internete çok daha kalitelisini 50-100 liraya alın. Üstelik tekrar tekrar izleyebilirsiniz eğitimi. Eğitim verenle de iletişime geçebilir ve ahbap olabilirsiniz.

Bilindik bir video paylaşım sitesi var. Her konuda videolu anlatımları bulabiliyorsunuz. Canınız “kuymak” çekti. Malzemesini de yapmayı da bilmiyorsunuz. Yazın oraya size çeşit çeşit kuymak yapmayı öğretsinler. Özenirseniz o konuda profesyonel bile olabilirsiniz.

Ahşap oymacılığına merak sardınız. Gerekli malzemelerden o malzemeleri nerelerden bulacağınıza, ucuzunun nerelerde olacağına, kimin sizi kazıklayıp, kimin size dürüst davranacağına, malzemeleri nasıl muhafaza edeceğinizden nasıl kullanacağınıza, ürettiğiniz ürünü nerelerde nasıl hangi fiyatlara satabileceğinize kadar her şeyi öğretiyorlar. İsteyen alır. İstemeyen oturur oturduğu yerde.

Biz ortaokulu bitirip mesleki yön belirleyeceğimiz kararları alırken etraftan duyduğumuz birkaç okula ya da eğitime gidebilecek bilgiye sahiptik. Hangi okula, eğitime ya da mesleğe yatkın olup olmadığımızı bize söyleyen rehber öğretmenlere ya da hangi mesleğin nasıl olduğu, nasıl bir getiri sağladığı, eğitimlerinin nasıl olduğu, sonrasındaki meslek olanakları… vs hiçbir şey bize internet olanakları kadar söylenmedi. Şimdi her şey odanın ortasındaki bir ekranın içinden bize gülümsüyor ve soruyor; “Hayattan ne istiyorsun? Benden ne istiyorsun?” Sadece yazman yeter. Hatta o kadar zahmete katlanmak istemiyorsan söylemen de yeterli olacaktır. Hiç vakit kaybetmeden sana binlerce olanak sunacaktır. Seç seçebildiğini.

Geçenlerde bir videoya rastladım. Adamın biri bir papağanın ‘Kafes’ini kırıyor. Sonrasında papağan ona söylemediğini bırakmıyor. Fırça atıyor, küfür ediyor, her türlü tepkisini gösteriyor. Kadının biri yolun kenarında dikilmiş yoldan geçen koyunların adını bir kağıttan okuyor. Her adı okunan “mee” diyerek yoklamaya katılıp evin yolunu tutuyor. Bir başka videoda sıcak suya atılan kurbağa hemen sıçrayıp kaçıyor. Yavaş yavaş ısıtılan kurbağalar ise hamam keyfi yaparak pişiyorlar.

Daha fazla etkilendiğim bir videoda ise bir yengeç tavada pişiriliyor. Tabi ki yanına biraz sebze doğranmış. Bizim yengeç bir yandan tavada pişerken bir yandan da yanına doğranmış sebzelerden mideye indiriyor. Ne kadar da bildik, ne kadar da bizden görüntüler bunlar. Hayat işte. Ne kadar gördüğünle, ne kadar anladığınla, ne kadar ders aldığınla ilgili.

İşin bir başka yönü de insanların seri ateşlenmiş bir mitralyözün mermilerine hedef olurcasına ‘Kitle İletişim Araçları’nın bombardımanına maruz kalması. Artık ne sosyal medyaya yetişebiliyorlar ne de onu verimli kullanabiliyorlar.

Ne gelirse bak, oku, paylaş, geç.

Yenileri sırada bekliyor. Odaklanma sorunları baş gösteriyor. Kitap okuma oranlarımız zaten düşükken şimdi de internet okumaları sıkmaya başladı. Nasıl seçeceğiz, nasıl daha kaliteli ya da daha doğru bilgiye ulaşacağız? Bunlardan nasıl verimli bir şekilde yararlanacağız? Bitmeyen sorular ve bitmeyen enformasyon/dezenformasyon mağdurları olarak gençlerimiz ortada duruyor.

Bilinçli ya da bilinçsiz bu mecralardan ciddi oranda maddi getiri sağlayan insanlarımız da yok mu? Var tabi ki. Ama onlar da netice itibariyle ya bir bunalım sonucu çok kötü şeyler yaşıyorlar ya da kara para aklamacı suç örgütlerine meze oluyorlar.

Yeni nesil kaçınılmaz olanı yaşıyor ve birçoğumuz bunun ne olduğu konusunda bir fikre sahip değiliz. Zamanın ruhu hakkında hiçbir şey bilmiyoruz. Sağlıcakla…