Büyük ve şanlı zaferimizin sebebi, başkomutanımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün hayatındaki en zor günü; belki de 26 Ağustos 1922 idi. Çünkü bu tarih, Türklerin Anadolu’daki son bağımsız günü de olabilirdi! Mustafa Kemal Atatürk de bunun bilincindeydi. Devlet 1911’den beri tam 11 yıldır savaştaydı… Güç azalmıştı ve tek atımlık bir kurşun kalmıştı.
Mustafa Kemal Atatürk; 1921’de Sakarya Savaşı’nı kazandı. Fakat ordunun önemli bir kısmı firar etti. Üstelik mevcut subayların çoğu da şehit oldu… Yunan ordusu ise Ankara önlerinden çekilip Afyon-Eskişehir eksenine İngiliz destekli bir savunma hattı kurmuştu.
Ankara bir yandan Mustafa Kemal’den gelecek haberleri beklerken, bir yandan da içerdeki düşmanla irtibatta olan vatan hainleriyle uğraşıyordu. Buna 2. cephe adını vermişlerdi. İç düşman dış düşman kadar çetindi. Halka ölüme götürüldüklerini anlatarak, kara tablolar çizerek halk desteğini kırmaya çalışıyorlardı.
Mecliste bile Atatürk öyle eleştiriliyordu ki… Bu eleştirileri duyan Yunan ordusu, Türklerin içine düştüğü durumdan daha bir keyif alıyor, rahat bir şekilde olan biteni izliyordu. Yakup Paşa “Bu planla kaybedersek, bize vatan haini derler. Bu meclis bizi asar!” diye itirazını sürdürünce Mustafa Kemal Atatürk, net konuştu:
“Korkmayın paşam. Sorumluluk bana aittir. Kaybedersek beni hemen asarsınız!”
Atatürk çadırından çıkarak bir sigara yaktı. Sancağın altında oturan sancağı taşıyan Bitlisli Kürt Recep’e seslendi. ‘’Durumlar nasıl delikanlı’’ Recep gülen gözleriyle ‘Her şey çok iyi paşam’ cevabını verdi. ‘’Senin hemşerilerin de mi dağıldı?’’ diye sordu.
Recep başını dik tutarak…
‘Ölmeye geldik Paşam’ cevabını verdi. Kürt Recep Bitlisin Komus Köyü’nden yağız bir delikanlıydı. İri yarı ve gözü pek bir delikanlı olduğundan dolayı ona sancak taşıma görevi verilmişti.
Bölüğüne döndü.
Diyarbakır, Erzurum, Ağrı, Van, Mardin gibi ne kadar Kürt hemşerileri varsa onlarla görüşürken karşısında yaşlı babasını buldu. Baba oğul sarıldılar ağlaştılar. Durumu babasına anlattı…
Baba İhsan, “Oğlum merak etme bizde bir tek kaçan olursa düşmandan önce ilk mermiyi ben sıkarım. Bizde ölmek var, şahadet var kaçmak yoktur’’ dedi.
Recep durumu Mustafa Kemal’e bildirince başını okşayan Atatürk, “Sen çok yaşa evlat’’ şeklinde duygularını dile getirdi. Tan ağarmaya başladığında İsmet Paşa bombardımanı başlatacaktı. Fakat hiç hesapta olmayan bir şey oldu. Etrafı sis bastı. Toplar kör olmuştu. Bu şekilde bombardıman başlamazdı. Herkes şaşkındı.
Havanın iyice aydınlanmaya başladığı saniyelerde sis bir anda dağılmaya başladı. Düşman mevzileri görünür hale geliyordu. Vakti gelmişti. Derhal bombardıman için İsmet Paşa’ya talimat verildi.
İsmet Paşa’nın topları kısa sürede Yunan mevzilerini parçaladı. Sıra Türk askerindeydi. Tepeler birer birer sarılıp ele geçirilmeye başlandı. Bu sırada Yunan karargahı, İzmir’de bulunan Yunan başkomutana erişemiyordu. Çünkü telgraf hatları, “Çay partisinde” kesilmişti!
Başkomutan Hagi Anesti, baskının bir şaşırtmaca olduğunu düşünüyordu. Bu nedenle birlik kaydırma hamlesi durduruldu. Bu esnada Türk ordusu bölgeyi iyice ele geçirmeye başladı.
Ertesi gün, hava ağarırken ikinci bir taarruz gerçekleşti. Türk askeri bu kez Afyon’a girdi. Mustafa Kemal Atatürk, karargahını derhal Afyon’a aldırdı. Savaşın içinde olmak istiyordu. Taarruzun adıysa, Kurt Kapanı idi!
Yunan ordusu git gide çevreleniyordu. Yunan karargahı, hileyi geç de olsa tamamen sezmiş ve tüm ağırlığı güneye kaydırmaya başlamıştı. Bu defa Yakup Şevki Paşa, kuzeyden taarruza kalkmış ve Yunan ordusunu şaşkına çevirmişti.
Sancağı taşıyan Recep, bu taarruzda vurulmuş babası İhsan ağanın kollarında can vermişti…
Ağustos’un 29. günü Türk ordusu Yunanlıları Dumlupınar’da çevreledi. Düşman, kurt kapanına girmişti. Türk askeri süngü hücumuna kalktığı esnada Atatürk, ateş hattına gitti 30 Ağustos’ta, Yunan ordusu imha edildi, denize döküldü ve kaçmaya başladı! Savaşın kazananı artık belliydi. Kimsenin imkan vermediği savaş kazanılmış, cesaret gerektiren o plan, tıkır tıkır işlemişti. Ordunun artık geri çekilip mesafeyi yeniden mevzilenmemesi gerekiyordu. Bu nedenle Atatürk o tarihi emrini verdi:
“Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir! İleri!” İmkansızlıklar içinde bir var oluş destanı, 30 Ağustos 1922’de, işte böyle yazıldı…