Uzun zamandır televizyonda haberleri izlemiyorum.
Belki de on yıl olmuştur. Bu kararımda medyanın büyük bir bölümünün iktidar yanlısı bazı kişi ve gruplarca satın alınıp yayın kalitesinin çok aşağılara çekilmesinin büyük oranda etkisi var. Tabi ki arada sırada çıtanın nerelere kadar düştüğünü görmek için ölçüm amaçlı bakıyorum haberlere. Her defasında kalitenin biraz daha aşağılara düştüğünü görmek üzücü olsa da, şimdilik bu konuda yapılacak pek bir şey yok.
Devlet televizyonları, global ölçekte yayın yapan haber kanalları dahil bir sürü irili ufaklı kanal 7/24 tuhaf, cahil, yarı cahil tipler aracılığıyla halkın akıl yürütme yetisine saldırıyorlar. Gerçek ile hayali olanı, iyi ile kötü olanı, güzel ile çirkin olanı, doğru ile yanlış olanı ayırt etmek çoğu insan için artık imkansız. Bunun için onlarca bilimsel propaganda tekniği kullanıldığına tanık olduk. Algılar kanırta kanırta değiştirildi.
Alternatif gerçeklik büyüsüne kapılmış olanlara hiç kimse gerçekleri kabul ettiremez. Bunların bir kısmı akılcı düşünenlerle girdikleri tartışmalar sırasında artık yanıt veremeyecek hale geldiklerinde dudaklarından dökülen “Siz vatan hainisiniz, bu vatanı bölemeyeceksiniz, ezanımızı susturamayacaksınız! Kuru soğan yerim, yine de reisi size yedirmem!” cümleleriyle son darbeyi vurur ve karşısındakine söyleyecek söz bırakmazlardı. Belki de hepimiz böyle tiplerle benzer konuşmalar yapmış, onlar için üzülmüş ve büyük bir umutsuzluğa kapılmışızdır.
Onların aslında kurtarılmak istemeyen kurbanlar olduklarını anlıyoruz. Ama elden ne gelir?..
Umudumun kalmadığı iki gruptan biri kuru soğanı yemeye razı olan bu insanlardı. En düşük emekli maaşıyla evden çıkmadan hiç harcama yapmadan yaşayıp gidiyorlardı. Bunlara hiçbir şey olmazdı. Çünkü ağrı eşiği çok yüksekti. Asla pes etmez ve asla şikayet etmezlerdi.
Umudumu yitirdiğim diğer grup ise Turistik beldelerde teknelere tanesi 1000 liradan lahmacun servisi yapan turistik lokantaların sahipleriydi. Bu grup tuzu kuru fırsatçıların tümünü içinde barındırıyor. Büyük emlakçılar, lüks otomobil satan galeriler, büyük müteahhitler, otel sahipleri gibi bazı iş kollarının bazı temsilcileri de her zaman kazanan ve keyfi gıcır olanlardı. Dünya yıkılsa bunlara bir şey olmazdı. Paraları asla bitmezdi.
Bu arada ülkenin “Ortadirek” de denilen bel kemiği kırılmıştı. En alttaki yoksul çoğunluğa ya da en üstteki zengin azınlığa dahil olmak zorunda bırakılmıştık. Sefaletle sefahat arasında büyük bir boşluk oluşmuştu.
Yaşamımızın heba olmuş 22 yılının en büyük sorumluları bu gruplardı. Sayelerinde umutsuz bir vaka haline gelmiştik. Ülkenin bu gidişle çok zor dönemler yaşayacağını erken uyarı cihazı gibi önceden söyleyen aydınlar, yazarlar, gazeteciler elbirliği ile dayaktan geçirilmişlerdi. Korku dağları sarmıştı. Dolar 10 lira olacak diyen aydınımız yargılanırken dolar 33 lira olmuştu. Ekonomiyi kötü yönetenlere değil “Ekonomi kötü” deyip uyaranlara hesap soruluyordu. Kısacası yapılması gerekenler yapılmıyor, yapılmaması gerekenler yapılıyordu. İşler böyle yürütüldüğünde haliyle sonuç kaçınılmaz oluyor.
Çiftçiler, köylüler, emekliler ses vermeye başladılar. Soğan kırıp yemeye razı olan dayılardan da acı feryatlar gelmeye başladı. İş kuru soğana kadar geldi.
Diğer kesimden de bir feryat yükseldi. Bodrum Otelciler Birliği Başkanı Ömer Faruk Dengiz "Türkiye'de en çok vergi veren illerin başında Muğla geliyor. Bodrum'da batarsa, Türkiye de batar. Turizm biterse, Türkiye de biter" açıklamasında bulundu. Yani işin ucu tuzu kurulara kadar dokundu.
Birlik başkanının bu sevimsiz açıklamasına rağmen artık 22 yılımızı çalan bu iki kesimden de umutlu olduğumu belirtmek istiyorum.
Şimdi gelelim ‘ekonomi ne durumda’ sorusuna. Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları ülkemizin puanlarını yükseltiyorlar. Bu işte sıcak para dedikleri şeyin katkısı ne oranda bilmiyorum. Ama dışarıdaki rantçılar USD için bizdeki yüksek faizin cazibesiyle her şeyi yapabilirler. Al gülüm ver gülüm. Öznesi ise Türkiye ve 85 milyonluk halkımız. Sağlıcakla…