Eskiden alışveriş bir ihtiyaç listesiydi. Ekmek, peynir, biraz sebze, belki de bir tatlı. Şimdi ise sepete atarken iki kere düşünmek bir yana, fiyat etiketlerini görünce kalp krizi geçirmemek için nefes egzersizi yapmak gerekiyor.
"Alırım ya, bir şey olmaz!" dünya görmedi. Artık her şeyin bir "lüks tüketim" kategorisine girdiği günlerdeyiz. Marketten çıkarken fişe bakan herkesin suratına oturan o şaşkınlık ifadesi bir nevi kolektif dert oldu.
En çok da "indirim tuzakları" can sıkıyor. "Alana bir bedava" diye aldığın iki ürün, eve gelince bakıyorsun ki aslında tekli hali daha ucuzmuş. "Sepette ekstra %20 indirim" gibi kampanyalar da cabası. Sepet zaten delinmiş, ne indirimi?
Bir de bu durumun psikolojik tarafı var. Mağaza İçi Anlamsız Harcamalar Sendromu diye bir şey var mı bilmiyorum ama biz yaşıyoruz. "Sadece ekmek alıp çıkacağım" diye girdiğimiz marketten, yeni bir karıştırıcı, bitki çayları ve "belki kullanırım" diye aldığın bir düzine ürünle çıkıyoruz. Ne ara bu hale geldik?
Kabul edelim, tüketim alışkanlıklarımız artan fiyatlarla beraber iyice değişti. Eskiden "bu ay bir elbise alırım" diyenler, şimdi "bu ay elektriği ödedim mi?" diye düşünüyor. O eski alışveriş keyfi de yerini stres topuna bıraktı.
Çözüm ne mi? Biraz bilinçli tüketim, biraz planlı harcama, biraz da kendimize "Gerçekten ihtiyacım var mı?" diye sormak. Sepetimizde fırtına koparken, cübbemizin rüzgâra kapılmasın diye dikkat etmek gerek. Yoksa alışverişten ziyade bir hayatta kalma mücadelesine dönüşüyor bu iş.
O zaman ne diyoruz? "Gerçekten ihtiyacım var mı?" Sözünü üç kez tekrar etmeden kasaya gitmek yok!