Gözümüzün önünde bir tarih hazinesi var ama biz ne yapıyoruz?

Üzerine apartman dikiyoruz! Antalya gibi binlerce yıllık geçmişe sahip bir şehirde, her köşe başında bir antik kalıntıya rastlamak mümkün. Ama bu kalıntılar ne kadar güvende, işte orası tartışmalı.

Şöyle bir düşünün: Sabah kahvenizi içerken balkonunuzun altında Roma döneminden kalma bir lahit var. Bir yanda antik tiyatro kalıntısı, diğer yanda otopark... "Bu da nereden çıktı?" diyecek kadar alıştık artık tarihle iç içe yaşamaya. Ama sorun şu ki; bu değerler korunmuyor, korunamıyor.

Antalya'nın Kaleiçi gibi turistik bölgeleri şanslı, çünkü göz önünde oldukları için biraz daha dikkat çekiyorlar. Ama şehrin dört bir yanında, apartmanların bahçelerinde, yıkık duvarların arkasında tarihin izleri kaybolmaya yüz tutmuş durumda.

Peki, bu yapıların kaderi ne olacak? Çoğu zaman, üzerine beton dökülüp "hallediveriyoruz." Ne yazık ki, tarihi mirasla yaşamayı öğrenemedik. Koruma kurulları bazen geç kalıyor, bazen de göz ardı ediliyor. Vatandaş desen, "Aman başıma iş almayayım" diye sessiz kalıyor. Oysa bu şehir, Attalos’tan önce de tarih kokuyordu şimdi de tarih kokuyor ve bu mirasa sahip çıkmak hepimizin sorumluluğu.

Elbette ki modern şehirleşme olacak, gelişeceğiz. Ama bunu yaparken tarihimize biraz daha saygı duymak bu kadar zor mu? Arkeologlar çırpınıyor, tarihçiler uyarıyor ama biz hâlâ gözümüzü kapamaya devam ediyoruz.

Antalya sadece deniziyle, güneşiyle değil; altında yatan binlerce yıllık geçmişiyle de değerli. Betonun altında ezilen bu tarih bir gün tamamen kaybolursa, işte o zaman kahrolacağız ama iş işten geçmiş olacak. Belki de sormamız gereken asıl soru şu;"Bu şehri kim için, ne için inşa ediyoruz?"

Biraz daha ileri gidelim. Neden bu kadar duyarsızız? Çünkü tarihi korumak sadece tabelalar asmakla, broşürler dağıtmakla olmuyor. Eğitim sisteminden yerel yönetimlere kadar herkesin bu mirasa sahip çıkması gerekiyor. Gel gör ki çoğu zaman antik kalıntılar, lüks konut projelerinin gölgesinde kaybolup gidiyor.

Üstelik bu sadece bir estetik meselesi değil. Tarihi yapılar, bir toplumun hafızasıdır. Hafızamızı kaybettiğimizde kim olduğumuzu da unuturuz. Antalya'nın sokaklarında gezerken, her taşın altında bir hikâye yatıyor ama biz bu hikâyeleri duymaktan vazgeçiyoruz. Gelecek nesillere ne bırakacağız? Beton yığınları mı, yoksa köklü bir kültürel miras mı?

Çözüm aslında karmaşık değil. Şeffaf bir koruma politikası ve yerel halkın bilinçlendirilmesi ilk adımlar olabilir. Ayrıca, tarihi alanların etrafında plansız yapılaşmayı engellemek ve mevcut kalıntıları görünür kılmak da büyük bir fark yaratır. Ancak bunun için irade gerekiyor. O irade de, şehri yönetenlerin ve burada yaşayanların ortak çabasıyla mümkün olur.

Antalya yalnızca bugünün şehri değil. Binlerce yıl öncesinin mirasını taşıyor ve geleceğe aktarmak zorunda olduğumuz bir sorumluluk var. Bu sorumluluktan kaçarsak, Antalya'nın ruhunu kaybederiz. Ve unutmayalım ki, bir şehrin ruhu olmadan geriye sadece soğuk beton kalır.