Şöyle bir sabah gözlerimi açıp bugüne değil binlerce yıl öncesine gittiğimi düşündüm.
Zamanın duvarlarını aşarak geriye doğru bir yolculuğa çıktığımı. Çağdaş binaların yerine o dönemin şehrini görüyorum ve işte o zaman benim buluşmalarım başlıyor.
Attaleia’nın kurucusu Kral Attalos ile bir araya gelip bu güzel coğrafyayı anlatıyor bana hevesli bir biçimde. O dönemin Attaelia’sındaki limanı, agorayı, tiyatrosunu görüyorum. Devasa sütunların arasında yürüyorum. O şehrin zenginliğini görüyorum. Ne kadar büyüleyici bir his olduğunu tahmin etmek zor olamaz sanırım.
Perge’ye gittiğimde Plancia Magna’yı görürken o Perge’nin görkemli kapıları karşılıyor beni. Burada şehrin koruyucu annesi sayılan Plancia Magna ile taşınıyorum. Roma’nın en güçlü kadınlarından biri olan Plancia Magna, Perge’ye büyük yapılar kazandırmış, halkı için servetini harcamış. Tiyatronun merdivenlerine oturuyorum. Bana Artemis tapınağını, Roma İmparatorluğu’na olan sevgisini anlatıyor. Perge’deki taş yolları adımlarken onun bıraktığı izlerin hala canlı olduğunu hissediyorum.
Bir sonraki durağım Aspendos! Burada, ünlü tiyatronun mimarı Zenon ile buluşuyorum. M.S. 2. yüzyılda Marcus Aurelius döneminde yapılmış bu tiyatronun mükemmel akustiğini bana gösteriyor. Sahneye çıkıp en kısık sesimle bir şeyler söylüyorum ve sesim en üst basamaklara kadar ulaşıyor. Zenon gururla gülümsüyor: “Sanat, zamanın ötesine uzanır.”
Şimdi yönümü Side’ye çeviriyorum. Bir zamanlar filozofların, denizcilerin ve hatta korsanların uğrak yeri olan bu şehirde Apollon Tapınağı’na dalıp gidiyorum. Şehrin sokaklarında dolaşırken, bir yandan da korsanların zamanında burayı nasıl ele geçirdiğini hayal ediyorum. Limanda bir filozofla tanışıyorum; bana “Doğa her şeyin anasıdır” diyor. Dalga sesleri eşliğinde, onun bilgeliğini içime çekiyorum.
Son durağım ise Likya’nın büyüleyici şehri Olympos. Burada mitlerin dünyasına dalıyorum. Yanartaş’ın sönmeyen ateşi eşliğinde, Likya korsanlarının maceralarını dinliyorum. Bir Likya savaşçısı yanıma oturuyor ve bana Likya Birliği’nden, bağımsızlık aşklarından bahsediyor. Yıldızlar altında, denizin kokusunu içime çekerek Olympos’un ruhunu hissediyorum.
Zaman yolculuğum burada sona eriyor. Antalya’nın geçmişi, bugününe o kadar derinden işlemiş ki, bir kez gördüğünüzde onu bir daha asla sadece bir tatil şehri olarak düşünemezsiniz. Eğer gerçekten hissederek gezerseniz, belki siz de bir gün Plancia Magna’nın adımlarını takip edebilir ya da Aspendos’un yankılarında kendi sesinizi duyabilirsiniz. Kim bilir, belki de bir gün zamanda geriye yolculuk etmek mümkün olur…