Önceki yazımızda Datça’ya veda etmiştik. Yolculuğumuz devam ederken Marmaris’e uğramamak olmaz tabi ki.
Sonbaharın ilk günlerinde Marmaris yine kalabalık. Ciddi oranda turist var. Sokaklarda, sahilde, kapalı çarşıda Avrupa ağırlıklı turistlerin mutlu yüzleriyle karşılaşıyorsunuz. Çevredekilerle konuştuğumda, Avrupa’da okullar açıldığından Marmaris’in boşaldığını söylüyorlar. Gülüyorum. Dolu hali nasıldı, merak ediyorum. Hem Marmaris hem İçmeler hem de Turunç’da 60-70 yaşlarında binlerce turistle karşılaşıyoruz. Meydan onlara kalmış. Avrupa’nın emeklileri çılgınlar gibi eğleniyorlar. Biz de Türk emeklisi bir aile olarak ortamda ülkemizi temsil etmenin gururunu yaşıyoruz.
Marmaris kent merkezi tam bir estetik harikası. Her yer tertemiz. Sokaklar düzenli, yüksek binalar yok. Derli toplu bir yer. Trafiği ise gerçekten ilginç. Otomobiller, motosikletler, martılar, bisikletler, kaykaylar her yönden üstünüze geliyorlar. Burada çok dikkatli araç kullanmak gerekiyor. Yol kenarlarındaki motosiklet parklarını görünce şaşırmamak olanaksız. Birçok yerde yan yana park etmiş yüzlerce motosiklet görebilirsiniz. Oysa hiç motosiklet gürültüsü duymuyorsunuz. Tabi hemen araştırdım. Marmaris’te 45.000 kayıtlı motosiklet olduğunu öğrendim. Sayı bakımından Hindistan’la yarışacak duruma gelmişler. Ancak kent düzeninde bir sorun oluşturmuyor.
Marmaris Polisevi Armutalan tesislerinde konakladık. Ormanın kenarında güzel, havadar bir mekan. Çalışanlar müşteri iletişimi konusunda çok iyiler. Son zamanlarda kamu sosyal tesislerindeki bozulmanın aksine burada güler yüzlü ve profesyonel bir ekiple karşılaşmak iyi bir moral takviyesi oldu. Hepsine teşekkür ediyorum. Burada orman komşularımızdan devasa bir domuzla birkaç metre mesafede karşılaşmak da ilginç bir anı oldu. Birbirimize şöyle bir bakıp yolumuza devam ettik.
Marmaris’ten İçmeler’e 10 dakikada gidebiliyorsunuz. Dünya yüzündeki bir başka cennet parçası. Yine ileri yaş grubu turistler eğlencede. Biz yine Türk Emeklilerini temsil halindeyiz. Oradan Turunç’a gitmemek olmaz. İyi de nasıl. Son derece dik bir dağa tırmanmak ve sonra deniz seviyesine geri dönmek gerekiyor. Bu tatlı zahmetten sonra yine bir cennet parçasında buluyorsunuz kendinizi. Yine emekli Avrupalılar ve ülkemiz emeklilerini temsilen biz varız. Yolda geçen aylarda yaşadığımız orman yangınlarının izleriyle gözlerimiz yaşararak ilerliyoruz. Doğa görevini hızla yaparak yine diplerden filizlerini harekete geçirmiş. Umarım kısa sürede eski orman görüntüsüne kavuşur bu dağlar.
Artık Fethiye zamanı. Yola koyuluyoruz. Yine koylara uğraya uğraya ilerliyoruz. Göcek de bunlardan biri. Koyda yüzlerce yat var. Estetiği yüksek bir yer. Deniz kıyısına gelene kadar güzel duygular uyanıyor insanda. Denizin bulanık ve çöplerle dolu olduğunu görmek ise çok üzücü. Göcek’in adına şanına yakışmayan görüntüler var. Yazık.
Ve Fethiye. Oldum olası sevmişimdir bu saklı cenneti. Yine bir dost ortamında çam ormanlarının kokusuyla yükseklerde bir yerde konaklıyoruz. Tavuklar, koyunlar, keçiler, kediler, köpekler… Doğa muhteşem. Sohbet kalitesi de doğayla, oksijenle aynı kalitede.
Biraz yüzeysel de olsa bu küçük sonbahar gezisini paylaşmak istedim. İşin ruhuna dair daha derinlikli ve detaylı bir yazı hazırlayıp paylaşmayı düşünüyorum.
Her zaman söylerim. Ara ara birkaç gün kaçmak iyidir. Eskiler, ‘tebdil-i mekanda ferahlık vardır’ demişler. Boşuna değil. Eskinin kadim bilgisinden yararlanmak gerekir. Sağlıcakla…