Bugün dünya devletler sistemi (Kapitalist, faşist, komünist) yani rejim ne olursa olsun gücü elinde tutanlar insanlığın geneline karşı olup insanlar onların etinden, sütünden, gücünden, derisinden faydalandıkları bir hayvan veya bitkiden farksızdır.
Yani dünyaya egemen olan orman kanunu ile güçlünün güçsüzü acımasızca sömürdüğü, teknolojiyi kullanarak doğayı vahşi biçimde talan ettiği, lüks ile sefaletin uç noktalarda seyrettiği, ahlak erdem ve insan kalitesinin en alt düzeylere düştüğü bir dünyayı paylaşıyoruz.
Orta çağdan sonra dünyanın bugüne dek bu kadar kötü bir durumu hiç yaşamadığı düşünülecek olursa çözümü de geçmişte aramak sorunu çözmez. Ya da çözüm çok kısa ömürlü olur. Elbette ki geçmişteki deneyimlerden dersler çıkarılabilir ama çözümü bugünde ve hatta gelecekte aramak gerekir diye düşünüyorum. Bu yüzden de (Atatürk hariç) Marks, Engels, Thatcher, Bush veya başka bir liderde çözüm aramak yanlış olur. Günümüz sistemini özellikle Marks’ın (sınıf diktatörlüğüne) dayalı açıklamalarına dayandırmak ne denli doğru olur bilmiyorum. Sınıflar olmak zorunda değildir. Sınıflı sistemi savunmak ya da buna razı olmak mevcut dünya devletler sisteminden çıkmayacağım demektir.
Bana göre Marks’ın tüm analiz ve felsefeleri dünyadaki komünist uygulamaların sonunda çürümüş olup Marksizmin toplu soykırımlara neden olduğu kabul edilmektedir. 20. Yüzyılda dünyada yapılan tüm katliam ve soykırımların büyük çoğunluğunun komünist ülkelerde gerçekleşmesinin (Kızıl Holokost’un-Komünist soykırımın) temelinde Marksın ilkel kavimleri (Macar, Slav gibi) topluca ortadan kaldırma fikrine dayandırıldığı ileri sürülmektedir.
Kaldı ki dünyadaki gelişmelerin her on senede ikiye katlandığı düşünülürse, Marksın başka bir dünyada kaldığı ve bugünün sorunlarının çözümünü Marks’ta değil bugünün koşullarında aramak gerektiği açıkça ortaya çıkmaktadır. Çünkü Marks’tan sonra kapitalizm kaç değişim geçirmiş ve Marks zamanında ülkeleri işgal ederek yapılan sömürü bugün işgal etmeden yapılmaktadır.
Ayrıca sömürgeci ülkeler arasındaki sömürge savaşları da artık yapılmamaktadır. Sömürgeciler birleşerek tüm dünyayı KÜRESEL SERMAYE adıyla el birliği ile sömürmekte ve karşı çıkanı el birliği ile ezmekte, yok etmektedir. Ve Marks’ın çağrı yaptığı (devrimle görevlendirdiği) kapitalist sistemin işçi sınıfı da bugün çok faklıdır. Kapitalist sömürünün sömüren ülkelerindeki işçi sınıfı ile sömürülen kesimindeki işçi sınıfı da birbirinden kopmuştur. Sömüren kapitalistlerin işçi sınıfı sömürülen kesimin işçi sınıfını sahiplenmediği gibi sömürülen ülkelerin işçi sınıfının örgütleri de dağıtılmış, sendikasızlaştırılmış ve açlık sınırının altında köleliğe razı edilmiştir. İş ve emek kavramları bile eskiden genellikle işçi sınıfıyla birlikte anılırken bugün genel ve yerel idare ile özeldeki hizmet sektöründe çalışanlar emek yoğun çalışanlarla başa baş duruma gelmiştir.
Öyleyse bu durumun çözümünü 19. Yüzyılın Marks veya başka bir düşünüründe değil 21. Yüzyılın koşullarında aramak gerekir. Çünkü bana göre milenyumla birlikte dünya yeni bir devire girmiştir. Ben buna ÜÇÜNCÜ DEVİR diyorum. Yani taş ve maden devirlerinden sonra üçüncü devir olarak BİLGİ DEVRİ gelmiştir. Bilgi devrinin çözümlerini Marks’ta aramak, Maden devrinin devletler sistemini tedavi ederek devam ettirmeye çalışmaktır. Oysa kötülüğün kaynağı dünya devletler sistemindedir. Devletler ortadan kalkmadan doğa ve insanlığı kurtarmak olanaksızdır. Dünyada her devletin birinci amacı yoksul kesimleri sömürerek güç odaklarına aktarmak ve bu güç odaklarına dayanarak vatandaşını zapturapt altında tutmaktır. Bunu da halkı birbirine karşı düşmanlaştırarak yapar.
Devletlerin varlık nedeni düşmana bağlıdır. Düşman olmazsa devlet gereksiz hale gelir. Bu yüzden devletler insanları renklerinden, ırklarından, inançlarından bölerek devamlı düşmanlık yaratır. Dışarıda düşmanlar arar, bulamazsa kendi vatandaşlarını kültür, din veya milliyetçilik noktalarından bölerek düşmanlaştırır. Bu yaratılmış yapay düşmanlıklar olmasa insanlar birbiriyle kardeşçe dostluk ve barış içinde yaşarlar.
Akdeniz Manşet Yazarlarından Mehmet Talay’ın 21 Haziran 2024 tarihli “Andre ve Mahmut'la yaşama kültürü” başlıklı yazısındaki ayrı ırk ve inançlardaki çocukların kaynaşması buna çok güzel bir örnektir. Belli ki, bu durum bize insanların birbiriyle hiçbir sorunu olmadığını devletler bıraksa dostluk ve barış içinde yaşayabileceğini göstermektedir. Alıntı şöyledir.
“Sınıf öğretmenimiz, Murat (Andre) Diktaş ve Mahmut Altın’la beni aynı sıraya oturtmuştu..
“Okulda Murat denilen Andre Ermeni, Mahmut da Kürt çocuklarıydı…”
Kısa zamanda kaynaşmış ve birbirinden ayrılmaz 3 arkadaş olmuştuk.
Okul dışı zamanlarımız da hemen her gün beraber geçerdi.
Bahçelerden beraber erik çalardık, beraber sinemaya giderdik, kar-kış demeden beraber top oynardık, ders çalışma bahanesiyle birbirimizin evlerine gider, orada yatıya kalırdık.
Analarımız için hepimiz, “onların çocuklarıydık.”
Aynı banyoda bizleri ayırt etmeden elleriyle yıkarlardı.”
Ramazan ve Kurban bayramlarında Andre, en iyi elbiselerini giyer, babamın ve anamın ellerini öper, bayram harçlığını alırdı.
Ben de, Mahmut’la beraber Paskalya Bayramı’nda Andrelere gider, rengârenk boyanmış yumurtaları mendillerimize sarar, Paskalya çöreğini yerdik.”
Görüyorsunuz insanlar kendi haline bırakılsa hiç ayrım gözetmeden ve birbirinin değerlerine saygı göstererek kardeşçe yaşayabilir. Bu cımbızla çekilmiş özel bir örnek diyebilirsiniz. Ama ben dünyada gezdiğim yerlerde bu durumu çok net olarak gördüm. Dünya bunun örnekleriyle doludur. 1789 Fransız İhtilalinden sonra devletler milliyetçiliği birbirine karşı silah olarak kullanıncaya kadar Osmanlıda pek çok millet bir arada barış içinde yaşamıştır. Kötülük devletlerden kaynaklanmaktadır. Vatandaş devletine tapabilir ama devletler için durum aynı değildir. Devletler insanı, adına savaşan, vergi ödeyen ve çalışan bir istihsal vasıtası olarak kabul eder.
Etnik yapısı, dili, dini, rengi ve kültürü birbirinden çok farklı insanların bir arada barış ve mutluluk içinde yaşamalarının tek devlet içinde çok daha iyi ve ileri düzeyde gerçekleşebileceğine Avustralya’da tanık da oldum. Dünyadaki hemen her dil, din, ırk ve renkten insanın Avustralya’da dünyanın en mutlu toplumu olarak bir arada yaşadığına dair gözlemlerimi sonraki yazılarımda aktarmaya çalışacağım.
Bana göre dünya bir gemi ve biz onun kürek mahkumlarıyız. Mevcut çürümüş haksız adaletsiz, merhametsiz sisteme teslim olmak istemiyorsak, bu durumdan kurtulmak ve dünyayı kurtarmak için hepimiz kafa yormak ve bir çıkış yolu aramak zorundayız. Bu yüzden görüş ve önerilerini belirtenlere teşekkür ederim.