Tokat’ta müzecilik çalışmaları 1926 yılında emekli öğretmen Halis Turgut Cinlioğlu’nun çevreden topladığı tarihi eserleri 13. Yüzyıl Selçuklu yapısı olan Gökmedrese’de depolamasıyla başlamış.
1982 yılından itibaren Gökmedrese’de sergilenmeye başlayan eserler 2012 yılında Sulu Sokakta bulunan Tokat Bedestenine taşınarak burada hizmet vermektedir. Takyeciler Camisinin doğusunda, Arastalı Bedesten adıyla da anılan Tokat bedesteninin 15. Yüzyılda Sultan 1. Mehmet tarafından yaptırıldığı düşünülmektedir. Yapının bedesten bölümü arkeoloji müzesi olarak düzenlenmiş olup MÖ 4000 yılından günümüze Tokat’taki uygarlıklara ait eserlerle Maşathöyük ve Komana Antik kentlerinden elde edilen buluntular müzede tarihi bir sıra içinde sergilenmektedir. Müzenin en önemli özelliklerinden birisi de Türkiye’de en çok sikke sayısına sahip müzeler arasında yer alması olup, Maşathöyük kazılarında ele geçen Hititçe tabletler de önemlidir. Bedestenin batı arastası etnografya müzesi olarak düzenlenmiş olup halkın yaşamına ait korunması gerekli araç, gereç ve eserler burada sergilenmektedir. Sabah saat 08.00’de Sulu Sokak Caddesine girdiğimde müze daha açılmamıştı. Onun için önce sokaktaki diğer eserleri gezip resimlerini çektikten sonra girdiğim müzedeki binlerce eseri tek tek anlatmak olanaksız. Bu yüzden eserlerin fotoğrafını çekerken bilgi levhalarının da fotoğrafını çektim. Fotoğrafları yazının Facebook paylaşımına koydum . Boğazkale, Çorum ve bugün Tokat Müzesinde gördüğüm eserler beni, Anadolu’nun M.Ö. 6000’lerden günümüze 8000 yıllık bir süreçte oluşmuş bir sentez olduğu fikrine götürdü. Daha önceden gittiğim başka müzelerde de (özellikle Burdur ve Antalya Arkeoloji Müzelerimde) aynı fikre vardım diyebilirim. Yani Anadolu’nun son on bin yıllık tarihine baktığım zaman sakin bir denizin dalgaları gibi olağan bir oluşum içinde gelirken, bazen fırtına dalgaları bazen hortum diyebileceğimiz çok hareketli dönemler geçirmiş. Fakat dalgalar durulunca uzak denizlerden gelen sular Anadolu’da karışıp kaynaşarak yaşam kaldığı yerden devam etmiş. Göçlerle gelenler yerli halkı esir ve köle ederken, kimi de yerli halka esir düşmüş. Yerinden yurdundan itilip çıkarılan göçmen kavimler çok acı çekmiş, istila ettikleri ülkelerin halklarını köle yaparak çok acı çektirmiş. Acılar her zaman türkülerle dile gelmiş. Türküler acılara ilaç, türküler sancılı dönemlere umut olmuş.
Türkülerle çağlar akar.
Anadolu’da yaşam
Türkülerle biter yollar
Türkülerle yeniden başlar.
Bazen, kız kaçırmak
Bazen kan davası
Bazen kör bir kurşundur türküler
Girdiği bedene saplanıp kalan.
Bazen hasret
Bazen aşk acısı.
Bazen vahşi bir savaş ortası
Bazen yağmur duası
Çoğu zaman da
Gözü dönmüş bir intikam çıkmazı
Narçiçeği, gelincik tarlası
Anadolu türkülerin hası…