Erzurum’a saat 17.00’e varınca, taksi ile hemen otele geçip yerleştikten sonra gezmeye çıktım. Havanın kararmasına daha en azından iki saat vardı.

Otel görevlisine “Erzurum’un eskiden en gözde caddesi Taş mağazalarıydı” dedim; “İşte hemen bir sokak öteden sağa dön, orası Taş Mağazaları Caddesi” dedi. Hemen tarif edilen yerden sağa dönerek Taş Mağazaları caddesini bulunca eski bir tanıdığa rastlamış gibi oldum. Ama 60 yıllık bir değişimle tabi. Cadde trafiğe kapatılmış ve ortaya konulan oturma yerleriyle ikiye bölünerek bulvar gibi olmuş. Caddede en çok kuyumcu olduğu için kuyumcular caddesi gibi olmuş. Eskiden Taş Mağazaları Caddesinden yukarı çıkınca sağa döner, Cumhuriyet Caddesinde Çifte Minareli Medresenin önünden Hükümet Konağının önünden Mareşal Fevzi çakmak hastanesine dek yürürdük. Şimdi hükümet konağı yerinde midir; Mareşal hastanesi nasıldır bilemem ama zaman daraldığı için kaleye kadar gidip dönmeyi düşünüyordum, fakat yolun sonuna varınca karşıda bir cami gördüm. Ben eskiden buradan hep sağa döndüğüm için onu hiç fark etmemişim. Caminin tarihi olduğu uzaktan belli oluyordu. Narmanlı cami, 1738’de Narmanlı Hacı Yusuf tarafından yaptırılmış. Küçük ama özellikle kesme taş duvarları, şadırvan yerine duvar buyunca sıralanan çeşmeleri ile dışarıdan görünüşü estetik olarak oldukça güzeldi. Çifte Minareli Medrese ise hemen Narmanlı Camisinin biraz ilerisinde kalenin ise çapraz karşısında yer alan medrese çifte minareleri ve muhteşem taç kapısıyla adeta ben buradayım dercesine kendini belli ediyordu. Medreseye girdiğim zaman kendimi burayı hiç görmemiş gibi hissettim. Demek ki 60 yıl önce böyle şeylere bakıp geçmiş ne sanat ne tarih ne amaç hiçbir şeyine dikkat etmemişim. Bana o kadar yabancı geldi ki, acaba dışarıdan öyle bakıp geçmiş olabilir miyim, diye düşündüm. Açık avlulu medreselerin Anadolu’daki en büyük örneği olan bu medrese 1824 metrekare bir alanda iki katlı, dört eyvanlı olup 37 oda ve bir camiye sahipti. Minarelerinin yüksekliği ise 26 metredir. Medrese, Saltuklular döneminde yapılmaya başlandıysa da bunun yıkıldığı ve 13. Yüzyıl sonlarında İlhanlılar döneminde bugünkü halini aldığı belirtilmektedir. Fakat yapının 1. Alaaddin Keykubat’ın kızı Huvand Hatun zamanında yapıldığını ileri sürenler de vardır. Bu yüzden Hatuniye Medresesi de denilmektedir. Medrese, tophane, kışla ve müze olarak değişik amaçlarla kullanılmış olup yapının ortasındaki avluda sağlı sollu odalar olup şu anda kent belleği müzesi gibi bir işlev görmektedir. Medrese bakımlı ve ziyaretçisi çoktu. Ayrıca avlusunun kafe olarak kullanılmaması da çok güzeldi. Çünkü avlusu ticarethane olanlar sanki tarihi özelliğini kaybeder gibi oluyor. Avlunun bazı yerlerinde yeşil alanlar medreseye ayrı bir canlılık katmaktadır. Girişin tam karşısındaki eyvana bitişik bir kümbet bulunmaktadır. Cimcime hatun türbesi şehir surları içinde kale ile Cumhuriyet caddesi arasında kalan parkın içinde olup ne zaman, kimin ve kim için yaptırdığı gibi bilgileri net olarak bilinmeyen türbenin, Erzurum Emirlerinden birisinin eşi veya kız kardeşi olan Firuze Hatun için1304 yılında yapıldığı düşünülmektedir.  Taş Mağazaları, Kars Kapısı ve Çifte Minareli medrese, Kale ve çevresi beni yine 1960’lı yıllara götürdü. O zaman duygularımı şöyle dile getirmişim.

Durur durur

Erzurum gelir aklıma

Taş mağazalarından yokuşa saparım

Çıkar giderim

Taa Kars Kapısı’na

Çıkar sonra karşıma 

Karayazı-Hınıs Yazıhanesi

Eski bir otelin altında.

Verip on beş lira

Bir bilet alırım Karayazı’ya

Külüstür bir kamyonun kasasında.

Çuvallar atılıp

Koyunlar yüklenip

Herkes hazır olunca yola

Ben bir şey unuttum sanırım

Meydanlarda, garajlarda, istasyonlarda.

Tüm kentlerde

Sen vardın çünkü yanımda

Birlikte seyrettik Anadolu kırsalını

Trenin penceresinde

İs pas içinde ilerlerken tünellerde.

Bu yüzden ben

Kaç kez imdat freni çektim

Kaç kez şoför beklettim

Burdur’dan Erzurum’a.   22.12.1965 Zorova.

(Yalnızlık, Gece ve Karlar adlı kitabımdan)